Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
- Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
He had gone there to help garbage workers strike peacefully for better pay and working conditions.
- Daha iyi maaş ve daha iyi çalışma koşulları için temizlik emekçileri grevine barış içinde yardım etmek için oraya gitmişti.
Some German words are extremely difficult to pronounce for an English speaker, for example: Streichholzschächtelchen.
- Bazı Almanca sözcükleri telaffuz etmek, İngilizce konuşan biri için son derece zordur örn. Streichholzschächtelchen
It is difficult for me to pronounce the word.
- Kelimeyi telaffuz etmek benim için zordur.
I assume Tom is here to help.
- Sanırım Tom yardım etmek için burada.
It is worthwhile visiting that museum.
- O müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.
It is worthwhile visiting the museum.
- Müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.
It'll cost about 2,000 yen to fix it.
- Onu tamir etmek yaklaşık 2,000 yene mal olacaktır.
It cost a lot of money to repair the car.
- Arabayı tamir etmek çok paraya maloldu.
To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have.
- Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
Bill and John like to get together once a month to chat.
- Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
I'm afraid I'll have to call it a day.
- Korkarım ki paydos etmek zorunda kalacağım.
I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
I don't want to take on any more work.
- Daha fazla iş kabul etmek istemiyorum.
May I take a few days off to visit my family?
- Ailemi ziyaret etmek için birkaç gün izin alabilir miyim?
The other colonies began sending troops to help.
- Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.
Taking a watch apart is easier than putting it together.
- Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.
You've tried so hard to put me to shame, haven't you?
- Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?
We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement.
- Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.
The phrase is meant to insult people.
- İfade insanlara hakaret etmek anlamına gelir.
I didn't want to insult Tom.
- Tom'a hakaret etmek istemedim.
It took Tom every ounce of courage he had to admit to Mary that he had once been part of a terrorist group.
- Bir zamanlar terörist bir gruba katıldığını Mary'ye itiraf etmek zorunda kalması Tom'u cesaretlendirdi.
I have to admit I enjoyed it.
- Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.
You're welcome to accompany us.
- Bize eşlik etmek için buyurun.
On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship.
- Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.
It might be better to address her as Doctor.
- Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.
I didn't want to annoy you.
- Seni rahatsız etmek istemedim.
Tom is doing that just to annoy Mary.
- Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.
To err is human, but to persist in error is diabolical.
- Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.
They are easy to distinguish from each other.
- Onları birbirinden ayırt etmek kolaydır.
Reality and fantasy are hard to distinguish.
- Gerçek ve hayali ayırt etmek zordur.
Swearing relieves the pain.
- Küfür etmek ağrıyı hafifletir.
She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language.
- Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.
Tom's last name isn't easy to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek kolay değildir.
Tom's last name is hard to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek zor.
Denying a quality education to the children of working families is as wrong as denying health care or child care to working families.
- Çalışan ailelerin çocukları için kaliteli bir eğitimi inkar etmek çalışan aileler için sağlık hizmetlerini ya da çocuk bakımını inkar etmek kadar yanlıştır.
There is no denying the fact that smoking is harmful.
- Sigara içmenin zararlı olduğu gerçeğini inkar etmek yok.
I have to examine you.
- Seni muayene etmek zorundayım.
Sami wanted to rape Layla.
- Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.
They want to rape our women.
- Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.
I can't help it if girls want to flirt with me.
- Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.
We have to operate urgently.
- Derhal ameliyat etmek zorundayız.
We have to operate urgently.
- Acilen ameliyat etmek zorundayız.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native.
- Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.
This machine is easy to handle.
- Bu makineyi idare etmek kolaydır.
Tom is hard to handle.
- Tom'u idare etmek zor.
I don't wish to interfere.
- Müdahale etmek istemiyorum.
I don't want to interfere.
- Müdahale etmek istemiyorum.
It is cruel to mock a blind man.
- Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.
I don't want to spoil the ending for you.
- Senin için sonunu berbat etmek istemiyorum.
I don't want to spoil everything.
- Her şeyi berbat etmek istemiyorum.
In this world, it's difficult to go on behaving like a human being.
- Bu dünyada insan gibi davranmaya devam etmek zordur.
I want to explore the world and go on an adventure.
- Dünyayı keşfetmek ve bir maceraya devam etmek istiyorum.
You have to pay attention.
- Dikkat etmek zorundasın.
We must pay attention to the traffic light.
- Trafik ışıklarına dikkat etmek zorundayız.
We knelt down to pray.
- Biz dua etmek için diz çöktük.
Praying for Tom is all you can do.
- Bütün yapabileceğiniz Tom için dua etmek.
If you want to get something in life, you should go against the flow.
- Hayatta bir şey elde etmek istiyorsanız, akıntıya karşı yüzmelisiniz.
To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
- Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
What did I do to deserve this?
- Bunu hak etmek için ne yaptım?
It's almost impossible to imagine.
- Onu hayal etmek neredeyse imkansız.
It's difficult to imagine life without television or the Internet.
- Televizyon ya da internet olmayan hayatı hayal etmek zor.
Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people?
- Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?
My brother wanted to join the army but because of a heart condition he was judged unfit to serve.
- Kardeşim orduya katılmak istedi ama bir kalp rahatsızlığı nedeniyle hizmet etmek için uygun olmadığına karar verildi.
Ah! I forgot again! I was supposed to go to the library to return a book today!
- Ah! Tekrar unuttum! Bugün bir kitabı iade etmek için kütüphaneye gitmem gerekiyordu.
I'd like to return a car.
- Bir araba iade etmek istiyorum.
He is very bad at inventing excuses.
- Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.
If God did not exist, we'd have to invent him.
- Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.
To translate is to betray.
- Çevirmek ihanet etmektir.
I'd rather die than betray my friends!
- Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!
You are not allowed to violate the rules.
- Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
We failed to persuade him.
- Onu ikna etmekte başarısız olduk.
He did his best to persuade her.
- Onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
Use the video to declare your love!
- Aşkını ilan etmek için video kullan!
In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday.
- Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.
Is there anything you'd like to add?
- İlave etmek istediğin bir şey var mı?
Is there anything you want to add to what I just said?
- Az önce söylediklerime ilave etmek istediğin bir şey var mı?
We don't want to cancel.
- İptal etmek istemiyoruz.
Tom may have to cancel the party.
- Tom partiyi iptal etmek zorunda kalabilir.
He has no choice but to resign.
- İstifa etmekten başka seçeneği yoktu.
Tom was forced to resign.
- Tom istifa etmek için zorlandı.
Japan has to import most of its raw materials.
- Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.
Different countries import many goods.
- Farklı ülkeler, pek çok mal ithal etmektedirler.
Tom has to approve this.
- Tom bunu kabul etmek zorunda.
Tom doesn't want to fight.
- Tom kavga etmek istemiyor.
Tom doesn't like fighting.
- Tom kavga etmekten hoşlanmaz.
I have to check and see what the contract says.
- Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.
I just wanted to check my email.
- Sadece e postamı kontrol etmek istedim.
Schedules are difficult to coordinate.
- Programları koordine etmek zordur.
It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one.
- Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.
Some doctors say something to please their patients.
- Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
She's hard to please.
- Onu memnun etmek zor.
Tom can't help wondering whether he would have been better off if he had gone to college.
- Tom üniversiteye gitseydi daha varlıklı olup olmayacağını merak etmekten kendini alamıyor.
Tom couldn't help but wonder if everybody was safe.
- Tom herkesin güvende olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı.
Do people really have to hate one another?
- İnsanlar gerçekten birbirlerinden nefret etmek zorundalar mı?
I don't want to hate you.
- Senden nefret etmek istemiyorum.
I want to compete again.
- Tekrar rekabet etmek istiyorum.
I never wanted to compete with you.
- Seninle asla rekabet etmek istemedim.
I don't want to offend her.
- Onu rencide etmek istemiyorum.
I no longer want to offend anyone.
- Kimseyi rencide etmek istemiyorum artık.
I would like to request a short recess.
- Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.
Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done.
- Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.
It really isn't hard to guess the answer.
- Cevabı tahmin etmek gerçekten zor değil.
It's not hard to guess what's going to happen.
- Ne olacağını tahmin etmek zor değil.
To appreciate her beauty, you have only to look at her.
- Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.
It is not so difficult to appreciate good music.
- İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.
She tried hard to imitate Mariah Carey but failed.
- O Mariah Carey'yi taklit etmek için sıkı çalıştı ama başarısız oldu.
If something is fashionable, everyone wants to imitate it.
- Eğer bir şey modaysa, herkes on taklit etmek ister.
How much will it cost to fix the car?
- Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
Some feelings are difficult to describe.
- Bazı duyguları tarif etmek zordur.
I found out a very interesting site I'd like to recommend.
- Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.
I would just like to congratulate Tom for his work.
- Ben sadece onun çalışmaları için Tom'u tebrik etmek istiyorum.
I want to congratulate you on your graduation.
- Mezuniyetiniz hakkında sizi tebrik etmek istiyorum.
At present it is medically impossible to cure this disease.
- Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.
Doctors did everything they could to cure him.
- Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.
Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.
The labor unions had been threatening the government with a general strike.
- İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.
Please don't hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
It's too late to contact Tom now.
- Artık Tom'la temas etmek için çok geç.
His compositions represent the last echo of Renaissance music.
- Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.
The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life.
- Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.
When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her.
- Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.
I had to console her on the telephone.
- Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.
Amazon wants to use drones to deliver packages.
- Amazon paketleri teslim etmek için dronlar kullanmak istiyor.
Tom asked me to come here to deliver this message.
- Tom bu mesajı teslim etmek için buraya gelmemi istedi.
I'm calling to confirm your appointment.
- Randevunu teyit etmek için arıyorum.
I guess it was too much to hope for.
- Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
Do you like to travel by yourself?
- Tek başına yolculuk etmekten hoşlanır mısın?
Tom doesn't want to travel alone.
- Tom yalnız başına yolculuk etmek istemiyor.
I want to visit the ruins of Machu Picchu.
- Ben, Machu Picchu harabelerini ziyaret etmek isterim.
I don't like visiting big cities.
- Büyük şehirleri ziyaret etmekten hoşlanmam.
Isadora Duncan danced with such grace that she was invited to dance in Europe.
- Isadora Duncan öyle zarafetle dans etti ki Avrupa'da dans etmek için davet edildi.
Tom doesn't have to dance with Mary unless he wants to.
- Tom istemediği sürece Mary ile dans etmek zorunda değildir.
I'll do whatever I can to encourage Tom to stay in school.
- Tom'u okulda kalmaya teşvik etmek için elimden geleni yapacağım.
One way to lower the number of errors in the Tatoeba Corpus would be to encourage people to only translate into their native languages.
- Tatoeba Korpus'taki hataların sayısını azaltmanın bir yolu, insanları sadece kendi anadillerine çeviriler yapmaya teşvik etmek olabilir.
That customer came back to complain again.
- O müşteri şikâyet etmek için tekrar geri geldi.
They do nothing but complain.
- Onlar şikâyet etmekten başka bir şey yapmıyorlar.
It took a great deal of time to analyze the data.
- Verileri analiz etmek çok zaman aldı.
The students have to analyze an excerpt from the book.
- Öğrenciler kitaptan bir alıntıyı analiz etmek zorundalar.
I won't have to worry anymore.
- Artık endişe etmek zorunda kalmayacağım.
If Tom had a lot of money, he wouldn't have to worry about this.
- Tom'un çok parası olsa bunun hakkında endişe etmek zorunda kalmaz.
Would it be ethical to sacrifice one person to save many?
- Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?
Do you wanna sacrifice something?
- Bir şey feda etmek ister misin?
I had to act quickly.
- Çabuk hareket etmek zorunda kaldım.
We'll have to act fast.
- Hızlı hareket etmek zorunda kalacağız.
Tom said he didn't want to waste time arguing.
- Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.
I hate to waste my time.
- Zamanımı israf etmekten nefret ederim.
I can't do anything but obey him.
- Ona itaat etmekten başka bir şey yapamıyorum.
It's our duty to always obey the law.
- Yasaya itaat etmek her zaman görevimizdir.
I have to make a note of that.
- Onu not etmek zorundayım.
Tell your son to quit harassing my daughter.
- Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.
Your honor, I would like to discharge counsel.
- Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.
I would like to exchange money.
- Para takas etmek istiyorum.
How much time does she need to translate this book?
- Bu kitabı tercüme etmek için ne kadar süreye ihtiyacı var?
It's useless to translate things that people don't want to say.
- İnsanların söylemek istemediği şeyleri tercüme etmek faydasızdır.
First of all, I would like to thank you for your hospitality.
- Her şeyden önce, konukseverliğin için sana teşekkür etmek istiyorum.
I'd like to treat you to lunch to thank you for all your help.
- Tüm yardımlarına teşekkür etmek amacıyla sana öğle yemeği ısmarlamak istiyorum.
There is not much I can do to help, I am afraid.
- Korkarım ki yardım etmek için yapabileceğim çok şey yok.
Child as he was, he worked hard to help his mother.
- O,çocukken,annesine yardım etmek için sıkı çalıştı.
Layla wanted to rebuild her marriage.
- Leyla evliliğini yeniden inşa etmek istedi.
Our task is to rebuild the wall.
- Bizim görevimiz duvarı yeniden inşa etmektir.
Sami liked to shock people.
- Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.
They came to our assistance.
- Onlar bize yardım etmek için geldiler.
Tom is here to assist us.
- Tom bize yardım etmek için burada.
They formed a project to build a new school building.
- Onlar yeni bir okul binası inşa etmek için bir proje oluşturdu.
His plan is to build a bridge over that river.
- Onun planı o nehir üzerinde bir köprü inşa etmektir.
All we can do is hope.
- Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
- Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
He was kind enough to invite me.
- O, beni davet etmek için yeterince nazikti.
I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.
- Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var.
How would you like to proceed?
- Nasıl devam etmek istersin?
The scientist insisted on proceeding with the research.
- Bilimci araştırmaya devam etmekte ısrar etti.
If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat.
- Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.
We have to be careful with expenses.
- Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.
It was easy to obtain.
- Onu elde etmek kolaydı.
They would have to move fast.
- Onlar hızlı hareket etmek zorunda kalacaktı.
In fact, to move at any speed the polar bear uses twice as much energy as do most other mammals.
- Aslında, herhangi bir hızda hareket etmek için kutup ayısı, çoğu diğer memelilerden iki katı daha fazla enerji harcar.
Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment.
- Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
I want to express my appreciation for your help.
- Yardımınızla ilgili minnettarlığımı ifade etmek istiyorum.
I would like to express our thanks on behalf of my colleagues.
- İş arkadaşlarım adına teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
We should give Tom a chance to confess.
- Tom'a itiraf etmek için bir şans vermeliyiz.
She was forced to confess.
- O, itiraf etmek için zorlandı.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
They formed a company to control it.
- Onu kontrol etmek için bir şirket kurdular.
Hand washing is one way to control bacteria.
- El yıkama, bakterileri kontrol etmek için bir yoldur.
There will be situations where no textbook answer will be available to guide you.
- Size rehberlik etmek için hiçbir ders kitabı cevabının mevcut olmayacağı durumlar olacaktır.
I want a guide to Chicago.
- Chicago için rehberlik etmek istiyorum.
Something I et?.