It was hard to persuade him to cancel the trip.
- Bu geziyi iptal etmesi için onu ikna etmek zordur.
We failed to persuade him.
- Onu ikna etmekte başarısız olduk.
Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.
It is hard to convince John.
- John'u ikna etmek zordur.
It will be hard to convince the owner to sell his house.
- Sahibi evini satmak için ikna etmek zor olacak.
It'll be hard to convince Tom to sell his house.
- Tom'u evini satmak için ikna etmek zor olacak.
The evidence convinced us of his innocence.
- Kanıt bizi onun masumluğuna ikna etti.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
I tried to persuade Sam to give up his plan, only to fail.
- Sam'i sadece başarısız olacak planından vazgeçmesi için ikna etmeye çalıştım,
I figure that there is no point in trying to persuade him.
- Onu ikna etmeye çalışmanın faydası olmadığını düşünüyorum.
I persuaded him to consult a doctor.
- Ben, bir doktorla görüşmesi için onu ikna ettim.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
I had trouble convincing Tom to help.
- Tom'u yardım etmeye ikna etme sorunum vardı.
I had trouble convincing Tom to come.
- Tom'u gelmeye ikna etme sorunum vardı.
Tom certainly convinced me that I should lose some weight.
- Tom biraz zayıflamam konusunda kesinlikle beni ikna etti.
Tom convinced Mary that John was innocent.
- Tom, John'un masum olduğu konusunda Mary'yi ikna etti.