işle

listen to the pronunciation of işle
Türkçe - İngilizce
function as

Some English adverbs function as adjectives. - Bazı İngilizce zarflar sıfat olarak işlevini yerine getirir.

{f} manipulated

Sami manipulated Layla to do his dirty work. - Sami, Leyla'yı kirli işlerini yapması için yönlendirdi.

manipulate

Sami manipulated Layla to do his dirty work. - Sami, Leyla'yı kirli işlerini yapması için yönlendirdi.

{f} process

This computer has a Pentium processor. - Bu bilgisayarın bir Pentium işlemcisi var.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{f} cultivated

They cultivated the land. - Onlar toprağı işlediler.

cultivate

They say Zen cultivates our mind. - Zen'in aklımızı işlediğini söylüyorlar.

They cultivated the land. - Onlar toprağı işlediler.

{f} processing

Two more food processing plants closed down this month. - Bu ay iki tane daha gıda işleme tesisi kapatıldı.

The customer is responsible for bank transfer processing fees. We thank you for your understanding. - Müşteri banka havalesi işlem ücretlerinden sorumludur. Anlayışınız için size teşekkür ederiz.

till
brocade
engraving
{f} handle

Tom decided to step back and allow Mary to handle things for a while. - Tom geri çekilmeye ve bir süre işleri Mary'nin idare etmesine izin vermeye karar verdi.

Tom can't handle this job on his own. - Tom tek başına bu işle başa çıkamaz.

engrave
{i} occupation

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

işlemek
process

We don't have time to process all this data. - Tüm bu verileri işlemek için zamanımız yok.

business

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

job

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

işlemek
commit

You had just enough time to drive to Boston and commit the murder. - Araçla Boston'a gitmek ve cinayeti işlemek için yeterli zamanın vardı.

You must be willing to commit to the program for at least a year. - Programı işlemek için en az bir yıl istekli olmalısın.

işlemek
handle
işlemek
treat
work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

{i} cause

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

işlemek
{f} farm
{i} shop

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

işlemek
{f} forge
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

işlemek
operate
işlemek
engrave
işlemek
{f} function
işlemek
{f} travel
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

işlemek
{f} go
işlemek
{f} penetrate
{i} show

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

working

He has spent most of his working life as a diplomat. - İş hayatının çoğunluğunu bir diplomat olarak geçirdi.

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

line

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

In England, Labor Day is in May. - İngiltere'de işçi bayramı mayıstadır.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

project

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
işlemek
tick
işlemek
refine
işlemek
dress
işlemek
trace
işlemek
manipulate to
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

dealings

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

commission
operation

The US Department of Agriculture established seven new “regional climate hubs” to help farmers and ranchers adapt their operations to a changing climate. - ABD Tarım Bakanlığı çiftçilerin ve çiftlik sahiplerinin işletmelerini değişen iklime uyarlamalarına yardımcı olmak için yedi yeni bölgesel iklim merkezi kurdu.

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

occupational
concern

So far as he was concerned, things were going well. - Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.

Hans Bethe won the 1967 Nobel Prize in Physics for his work concerning energy production in stars. - Hans Bethe 1967'de yıldızlarda enerji üretimi hakkındaki işi için fizik nobel ödülünü kazandı.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

shebang
action

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işlemek
cultivate
işlemek
hammer out
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

buisness
işlemek
perpetrate
işlemek
{f} brand
suç işle
crime
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

This is the job of a professional hitman. - Bu, profesyonel bir tetikçinin işidir.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

things to do

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

I will find out how the medicine works. - İlacın nasıl işe yaradığını öğreneceğim.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işlemek
instil
işlemek
(for a boil, sore, or wound) to fester
işlemek
grave
işlemek
to penetrate; to soak into
işlemek
manipulate
işlemek
strike
işlemek
(for a business) to be doing a good business, be doing well
işlemek
indwell
işlemek
slang to investigate, look into
işlemek
slang to commit theft; to steal
işlemek
perform
işlemek
to cultivate, work (land)
işlemek
pierce
işlemek
stamp
işlemek
(for a law) to be effective, be enforced
işlemek
sink into
işlemek
slang to pull the wool over someone's eyes (as a joke). İşleyen demir pas tutmaz/paslanmaz/ışıldar. (Atasözü) An active, industrious person is a healthy, productive person
işlemek
to operate, to work, to run, to function; to process, to treat; to embroider; to commit, to perpetrate; to penetrate; to influence; to embroider; (toprak) to cultivate; (konu) to treat, to deal with; to teach (a subject); (taşıt) to run, to ply; (çıban) t
işlemek
till
işlemek
sink
işlemek
hammer

I intend to hammer this idea into the student's heads. - Ben bu fikri öğrencilerin kafalarına işlemek niyetindeyim.

işlemek
(for a vehicle, ship) to ply, make regular trips
işlemek
instill
işlemek
(toprak) tame
işlemek
(suç) perpetrate
işlemek
(beynine) print
işlemek
to treat, discuss (a subject)
işlemek
to do fine work on, embroider
işlemek
run
işlemek
tame
işlemek
(for a road) to carry traffic
işlemek
to process, treat, work up
işlemek
to function, operate, perform, do work
işlemek
discourse
işlemek
work
işlemek
ferry
işlemek
unhair
işlemek
ply
işlemek
mill
Türkçe - Türkçe

işle teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işlemek
Hesapları veya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak: "Tayın çizelgelerini düzenliyorum, ambar defterini işliyorum."- E. Bener
işlemek
Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak
işlemek
İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek
işlemek
Yapmak, nakışlamak
işlemek
Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek
işlemek
Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek: "Ali Rıza Bey bu ilk çocuğu ile, bir çiçek meraklısı, bahçesiyle oynar gibi oynamış, onu ancak kendi hayalinde yaşayan mükemmel insan maddelerine göre işlemişti."- R. N. Güntekin. İşlek, etkin durumda olmak: "Lütfügiller büyücek bahçelerinin ana yola açılan kapısından işlerlerdi."- S. F. Abasıyanık. Çıban, olgunlaşma yolunda olmak
işlemek
İşlek, etkin durumda olmak
işlemek
İyi çalışmak, müşterisi bol olmak
işlemek
Hesapları veya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak
işlemek
Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek
işlemek
Gidip gelmek
işlemek
Herhangi bir ürünü satışa sunulmadan önce birtakım işlemlerden geçirmek
işlemek
Gidip gelmek: "Şimdi otomobillerin, otobüslerin işledikleri asfalt caddeden bir zamanlar ne kervan, ne insan geçerdi."- S. M. Alus
işlemek
Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek
işlemek
Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek. İnce ve süslü şeyler yapmak, nakışlamak: "Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, sanatının âşığıydı."- M. Ş. Esendal. İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek: "O uzun ve derin bakış genç adamın ta yüreğine kadar işlemişti."- Y. K. Karaosmanoğlu. İyi çalışmak, müşterisi bol olmak
işlemek
Olgunlaşma yolunda olmak
işlemek
Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak: "İşleyen demir ışıldar."- Atasözü
işlemek
Yara, kapanmak
işlemek
Kapanmak
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
işle