listen to the pronunciation of iş
Türkçe - İngilizce
{i} occupation

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

business

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

job

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

Workers are taking a financial beating in the employment crisis. - İşçiler iş krizinde mali yenilgi alıyorlar.

{i} cause

What do you think caused him to lose his job? - Onun işini kaybetmesine neyin sebep olduğunu düşünüyorsun?

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

{i} shop

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance. - Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

{i} show

Tom didn't show up for work today. - Tom bugün işe gelmedi.

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

working

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

(Ticaret) shirking
trouble

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign. - Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

line

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

In England, Labor Day is in May. - İngiltere'de işçi bayramı mayıstadır.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

commission
operation

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

The US Department of Agriculture established seven new “regional climate hubs” to help farmers and ranchers adapt their operations to a changing climate. - ABD Tarım Bakanlığı çiftçilerin ve çiftlik sahiplerinin işletmelerini değişen iklime uyarlamalarına yardımcı olmak için yedi yeni bölgesel iklim merkezi kurdu.

occupational
concern

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

shebang
action

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

As a matter of fact, it is true. - İşin aslın bakarsan, o doğrudur.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

of work
the work
{s} regulation

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

buisness
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
iş yeri
workplace

I owe my success to the fact that I've never had a clock in my workplace. - Başarımı iş yerimde saat bulundurmamam gerçeğine borçluyum.

About half of all American workers do not have access to workplace retirement savings plan. - Tüm Amerikan işçilerinin yaklaşık yarısının iş yeri emeklilik tasarruf planına girişleri yok.

iş günü
{i} weekday
iş gücü
Workforce
İş arkadaşı
co-worker

Dan got a lucky cat figurine from a co-worker for his birthday. - Dan doğum günü için bir iş arkadaşından şanslı kedi heykelciği aldı.

Tom injured a co-worker. - Tom bir iş arkadaşını yaraladı.

iş elbisesi
overalls
iş verme
employment
iş günü
workday

Sunday is not a workday for me. - Pazar benim için bir iş günü değil.

One of the employees' habits is to gather in some bar or restaurant at the end of the workday to get drunk and forget their miserable life until the next day. - Çalışanların alışkanlıklarından biri sarhoş olmak ve ertesi güne kadar sefil hayatlarını unutmak için iş gününün sonunda bir barda ya da restoranda toplanmaktır.

iş arkadaşı
{i} associate
iş gücü
{i} labor

Capital, land and labor are the three key factors of production. - Sermaye, toprak ve iş gücü üretiminin üç ana faktörüdür.

This company uses cheap labor to increase its profit margins. - Şirket kâr payını arttırmak için ucuz iş gücü kullanıyor.

iş vermek
employ

The company employs 22 full-time staff. - Şirket tam gün çalışan 22 personele iş vermektedir.

iş çevirmek
be up to
iş vermek
(Ticaret) hire
iş arkadaşı
{i} colleague

This is Tom, my colleague. - Bu Tom, iş arkadaşım.

His colleagues gave him a present when he retired. - O ,emekli olduğu zaman iş arkadaşı ona bir hediye aldı.

iş arkadaşı
co worker
iş birliği
collaborate
iş görmek
function
iş görmek
be useful
iş hayatı
career
iş ilanı
want ad
iş teklifi
proposition

I have a business proposition for you. - Sana bir iş teklifim var.

iş tulumu
{i} overalls
iş tulumu
coveralls
iş verme
{i} employing
iş arkadaşı
(Ticaret) commercial friend
iş arkadaşı
(Ticaret) coworker

Is your coworker an American? - Senin iş arkadaşın Amerikalı mı?

This clothing is my coworker's, not mine. - Bu kıyafetler benim iş arkadaşımın, benim değil.

iş birliği
collaboration
iş deneyimi
(Bilgisayar) work history
iş elbisesi
(Askeri) fatigue uniform
iş elbisesi
boiler suit
iş elbisesi
(Askeri) fatigue dress
iş eldiveni
protective gloves
iş grubu
college
iş grubu
(Ticaret) business group
iş görmek
transact
iş görüşmesi
employment interviewing
iş gücü
(Politika, Siyaset) labour
iş güvenliği
(Ticaret) job safety
iş güvenliği
(Ticaret) labor safety
iş hayatı
Work Life, labor Life
iş merkezi
trade centre
iş sözleşmesi
labor contract
iş teklifi
employment proposition
iş telefonu
office phone
iş telefonu
(Bilgisayar) business phone
iş topluluğu
(Bilgisayar) job batch
iş verme
employ

The company employs 22 full-time staff. - Şirket tam gün çalışan 22 personele iş vermektedir.

iş vermek
charge
iş vermek
bring in
iş vermek
assign
iş yemeği
(Gıda) business meal
iş yemeği
(Ticaret) working lunch
iş yeri
stand
iş yeri
(Ticaret) work shop
iş yeri
business office
iş yeri
working place
iş yükü
{i} workload

This heavy workload is too much for me. - Bu ağır iş yükü benim için çok fazla.

Tom's barely coping with his workload at the moment. - Tom şu anda zar zor iş yükü ile başa çıkmaya çalışıyor.

iş adamı
entrepreneur
iş adamı
businessman

A good businessman knows how to make money. - İyi bir iş adamı nasıl para kazanacağını bilir.

I used to dream about being a successful businessman. - Başarılı bir iş adamı olmanın hayalini kurardım.

iş arkadaşı
opposite number
iş başvurusu
employment application
iş birliği
cooperation

You've got my full cooperation. - Tam iş birliğimi aldın.

iş birliği
cooperativeness
iş birliği
labor union
iş bitirici
go-getter
iş bölümü
workfellow
iş bölümü
department of labor
iş cetveli
tabular matter
iş cetveli
time sheet
iş devri
business cycle
iş elbisesi
business suit
iş elbisesi
smock
iş etkinliği
business activity
iş gezisi
tour of duty
iş grubu
working group
iş görmek
go
iş görüşmesi
job interview

Tom had a job interview this morning. - Tom'un bu sabah bir iş görüşmesi vardı.

Tom has a job interview tomorrow afternoon. - Yarın öğleden sonra Tom'un bir iş görüşmesi var.

iş gücü
task force
iş günü
working day

Today is a working day. - Bugün bir iş günüdür.

iş günü
labor day
iş ilişkileri
dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

iş ilişkisi
professional relation
iş ilişkisi
business relation
iş mektubu
business letter
iş sözleşmesi
labour agreement
iş topluluğu
business community
iş veren
employer
iş veren
taskmaster
iş yemeği
dinner
iş yemeği
business lunch
iş yeri
vacation spot
iş yükü
work load
iş arkadaşı
Co-worker, colleague, workfellow, yokefellow, yokemate
iş başvurusu
Job application
iş bölümü
business department
iş cetveli
the work schedule
iş eğitimi
education of work
iş eğitimi
work instruction
iş geliştirme
Job enlargement
iş geliştirme
Business development
iş görmek
work view
iş görüşmesi
job inteview
iş görüşmesi
business meeting
iş gücü
economism
iş güvencesi
Employment security
iş ilanı
(Endüstri) job ad
iş merkezi
work center
iş merkezi
work centre
iş tecrübesi
work experience
iş teklifi
business offer
iş yeri
Work place
iş yoğunluğu
work load
iş yükü
work overload
iş çıkışı
rush hour

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

iş çıkışı
work-out
İş geliştirme
job enlargement
İş gücü
labour power
İş gücü
labor force
İş güvenliği
business safety
İş tulumu
coverall
iş adamı
(Ticaret) business man
iş arkadaşı
cooperator
iş arkadaşı
workfellow
iş arkadaşı
yokefellow
iş arkadaşı
collaborator

They are collaborators. - Onlar iş arkadaşıdırlar.

iş arkadaşı
yokemate
iş arkadaşı
co_worker
iş bitirici
practical
iş bitirici
{i} fixer
iş elbisesi
frock
iş elbisesi
working clothes
iş elbisesi
fatigue clothes
iş elbisesi
undress
iş eldiveni
gauntlet
iş emri
(Askeri,Ticaret) job order
iş etüdü
(Askeri) job study
iş gezisi
business trip

She will make a business trip to London next week. - O, gelecek hafta Londra'ya bir iş gezisi yapacak.

I'm going on a business trip. - Bir iş gezisine gidiyorum.

iş görmek
to be of use, to be of service, to function, to work
iş görmek
answer the purpose
iş görmek
serve the purpose
iş görmek
render a service
iş görmek
transact business
iş görüşmesi
shoptalk
iş gücü
(Hukuk) labour, labour force, workforce
iş gücü
(Avrupa Birliği) labour force
iş günü
daytime
iş günü
işgünü
iş güvenliği
(Hukuk) occupational safety
iş güvenliği
job security

Job security became a major worry. - İş güvenliği büyük bir endişe haline geldi.

iş hukuku
(Hukuk) labour law
iş ilişkileri
labour relations
Türkçe - Türkçe
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş arkadaşı
koldaş
iş adamı
Kâr sağlamada becerikli ve başarılı kimse
iş adamı
Ticaret veya sanayi alanında kazanç sağlamak amacıyla para yatıran kimse
iş birliği
Amaç ve çıkarları bir olanların oluşturdukları çalışma ortaklığı, teşrikimesai
iş birliği
Bir işin çeşitli işçilerce yapılması
iş bölümü
Bir toplumsal üretim düzeni içindeki değişik görev ve hizmetlerin, toplumun üyeleri, kümeleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bölünmesi
iş bölümü
Bir işi, iki veya daha çok kişi arasında bölme
iş elbisesi
çapan
iş gezisi
Karşılıklı iş ilişkilerini düzenlemek amacıyla bir ülke veya şehre yapılan seyahat
iş gücü
Bir insanın yararlı şeyler üretmek için harekete geçirmek zorunda olduğu fiziksel ve düşünsel yetilerinin tümü
iş günü
Yasayla tespit edilmiş olan çalışma günü
iş kolu
Bu dalların herhangi birinde çalışanların bütünü
iş kolu
Ekonomik etkinliklerin sınıflandırılması sonucu birbirine benzeyen veya aynı nitelikte olan çalışma dallarından her biri
iş merkezi
İş yerlerinin yoğun olduğu bölge
iş merkezi
Belli bir ürünün bütün çeşitleriyle sergilendiği ve satışının yapıldığı yer, plaza
iş merkezi
Bir ticaret ortaklığının yönetildiği yer
iş merkezi
Birçok satış merkezinin bir arada bulunduğu yer, plaza
iş sözleşmesi
İşçilerle iş veren arasındaki ilişkileri düzenleyen yöntem ve şartları kapsayan sözleşme, iş akdi, hizmet akdi
iş yeri
Bir görevin yapıldığı yer
iş yeri
İşçinin iş sözleşmesine göre çalıştığı yer
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
İş adamı
iş kadını
İş gezisi
iş seyahati
İş hayatı
çalışma hayatı
İş merkezi
plaza
İş yeri
İş yeri
işletme
İngilizce - Türkçe

teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

iş güvenliği
Job security, occupational safety
iş hukuku
labor law