işte

listen to the pronunciation of işte
Türkçe - İngilizce
here

Here is a letter for you. - İşte senin için bir mektup.

Here's some news for you. - İşte sizin için biraz haber.

behold
Here!, Here it is!, Here you are!, There you are!; See!, Look!; you see
here you are
aha
at work

I'd like to spend less time at work and more time at home. - İşte daha az ve evde daha çok zaman geçirmek istiyorum.

Do you spend more time at home or at work? - Evde mi yoksa işte mi daha fazla zaman harcarsın?

lo
as you see
Here!/Here it is!
See!/Look!/Behold!
there

There comes our teacher. - İşte hocamız geliyor.

There's something fishy going on. - Bu işte bir bit yeniği var.

you see
work

What time do you usually get off your work? - Genellikle işten ne zaman ayrılırsın?

I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work. - Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.

already

His mother was already home from work and had supper prepared. - Annesi işten eve zaten dönmüştü ve hazırlanmış akşam yemeğini yedi.

Shouldn't you be at work already? - Zaten işte olman gerekmiyor mu?

see

It seems that she is not pleased with the job. - İşten memnun değil gibi görünüyor.

See you at work tomorrow. - Yarın işte görüşürüz.

here is

Here is their photo album. - İşte onların fotoğraf albümü.

Hello, I have a reservation, my name is Kaori Yoshikawa. Here is the confirmation card. - Merhaba, benim bir rezervasyonum var, adım Kaori Yoshikawa. İşte onay kartı.

{i} occupation

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

job

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

work

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işte böyle
like this
işte böyle
Now you see how it is
işte böyle
like that
işte hayat böyle!
that's life
işte oraya, geridekileri de yaklaştırdık
That there, following the approach we have back
işte mesele bu
that's the point
işte o kadar
that's the cheese
işte o kadar
that's flat
işte olmak
to be at work
işte tecrübe sahibi
well versed in business
işte tecrübe sahibi
well up in business
affair

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

{i} cause

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{i} shop

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

eh işte
so so
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

işte böyle
just like that
işte böyle
just like this
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

{i} show

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

(bir işte) yan çizmek
evade
working

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

(Ticaret) shirking
trouble

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign. - Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

line

What line of work are you in? - Hangi iş dalındasınız?

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

In England, Labor Day is in May. - İngiltere'de işçi bayramı mayıstadır.

errand

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

project

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

workings
(Ticaret) engagement
işte bu
this is it
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a lot of things that I must deal with. - İlgilenmem gereken çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

commission
operation

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

occupational
concern

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

transaction

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

I must close this transaction within a week. - Bu işlemi bir hafta içinde kapatmalıyım.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

act

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

biz
Her işte bir hayır vardır
(Argo) Every cloud has a silver lining
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
ağır işte çalışan kimse
drudge
ben bu işte yokum
i am out of that!
bu işte bir hikmet var
There must be a vital reason for it
eh işte
not bad
gecikmek (bir işte)
get behind in
her işte
right down the line
her işte
all along the line
her işte bir hayır vardır
(Atasözü) Everything we experience in life has its positive side
her işte parmağı olmak
to have a finger in every pie
ikinci işte çalışan kimse
moonlighter
ikinci işte çalışma
moonlighting
ikinci işte çalışmak
double
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Tom did a professional job. - Tom profesyonel bir iş çıkardı.

This is the job of a professional hitman. - Bu, profesyonel bir tetikçinin işidir.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

things to do

I've got better things to do than to keep track of what Tom's doing. - Tom'un yaptıklarını izlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

I will find out how the medicine works. - İlacın nasıl işe yaradığını öğreneceğim.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
İşte!
Here you are
Türkçe - Türkçe
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir
Gösterilirken veya bir şeye işaret edilirken söylenir
Anlatılan bir sözün sonucuna gelindiğini gösterir: "İşte bütün manzara budur!"- R. E. Ünaydın
Anlatılan şeye dikkat çekmek için kullanılır: "Ekmek, peynir, yumurta, marul, limon, ne bulursan al işte."- N. Cumalı
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
İşte
ıhı
işte