Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
Neptün, güneş sisteminin sekizinci gezegenidir.
- Neptune is the eighth planet of the solar system.
Biz şimdiye kadar bunun üstesinden gelemedik.
- We haven't been able to handle this so far.
Şimdiye kadar, eyleminiz tamamen sebepsiz görünmektedir.
- So far, your action seems completely groundless.
Her şeyi son yudumuna kadar iç, böylece içinde bir şey kalmaz.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
Kornaya bas böylece araba geçmemize izin verecek.
- Blow the horn so that car will let us pass.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
Şu ana kadar Texas'ı nasıl buldunuz?
- How do you like Texas so far?
O, şu ana kadar oldukça mutlu.
- So far, he has been extremely happy.
Kız kardeşim kavun sever ve ben de.
- My sister likes melons and so do I.
O jazz sever, ve ben de öyle.
- He likes jazz, and so do I.
Bildiğim kadarıyla, o hâlâ bekâr.
- So far as I know, she is still unmarried.
Bildiğim kadarıyla böyle bir sözcük yok.
- So far as I know, there is no such word.
Yaşadığım sürece, bir şey istemeyeceksin.
- So long as I live, you shall want for nothing.
Burada kaldığın sürece güvendesin.
- You are safe so long as you stay here.
Bu kadar çok ünlü insanlarla tanışabileceğimi bir an bile asla hayal etmedim.
- I never for a moment imagined that I'd be able to meet so many famous people.
Niçin bu kadar çok insan Kyoto'yu ziyaret ediyor?
- Why do so many people visit Kyoto?
O kadar fazla ödemeye param yetmez.
- I cannot afford to pay so much.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
Sizi çok güldürecek ne oldu?
- What happened to make you laugh so much?
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Sabahleyin bir koşuşturmadan kaçınmak için bugün biraz geç saatlere kadar çalışacağım.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
İstasyona kadar öyle yapmaya çalış.
- Try to do so as far as the station.
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Ben bir eşcinselsem ne olmuş? Bu bir suç mu?
- So what if I am gay? Is it a crime?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
İşitebilmek için önde oturdu.
- He sat in the front so as to be able to hear.
O, zamanında varmak için koştu.
- He ran, so as to arrive on time.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
O kadar çok televizyon izlemeseydi, çalışmak için daha fazla zamanı olurdu.
- If he did not watch so much television, he would have more time for study.
O kadar çok sigara içmesen iyi olur.
- You had better not smoke so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Buraya çok yakında varacağını düşünmedim.
- I didn't think you'd get here so soon.
Tom çok yakında Boston'a geri dönmeyi planlamamıştı.
- Tom hadn't planned on going back to Boston so soon.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Keşke bacağım bu kadar çok acımasa.
- I wish my leg didn't hurt so much.
Kuniko hayatında daha önce hiç bu kadar çok içmedi.
- Kuniko has never drunk so much before in her life.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Herkes beni duyabilsin diye yüksek sesle konuştum.
- I spoke loudly so that everyone could hear me.
Tabiri caizse, o yürüyen bir sözlüktür.
- He is, so to speak, a walking dictionary.
Tabiri caizse, bunlar savaş kurbanlarıydı.
- These were victims of war, so to speak.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
Güneş sistemimize en yakın yıldız Proxima Centauri'dir.
- The nearest star to our solar system is Proxima Centauri.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
Joan broke her left arm in the accident.
- Joan kazada sol kolunu kırdı.
Left-wing communism is an infantile disorder.
- Solcu komünizm, infantil bir bozukluktur.
Flowers soon fade when they have been cut.
- Çiçekler koparıldığında kısa sürede soldu.
Tom only has one faded photograph of grandfather.
- Tom sadece büyükbabasının soluk bir fotoğrafına sahip.
Faded jeans are still in fashion.
- Soluk pantolonlar hâlâ modadır.
The cloth's very faded.
- Kumaşın rengi çok soluk.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
A flower in the garden is wilting.
- Bahçedeki bir çiçek soluyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
Roses withered and Ania cried very much.
- Güller soldu ve Ania çok ağladı.
The flowers in his garden have withered.
- Bahçedeki çiçekler soldu.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
Raise your left hand.
- Sol elinizi kaldırın.
Show me what you have in your left hand.
- Sol elinde ne varsa bana göster.
Tom eats, sleeps and breathes music.
- Tom yer, uyur ve müzik solur.
Kate must be sick, for she looks pale.
- Kate hasta olmalı, çünkü solgun görünüyor.