söyleme

listen to the pronunciation of söyleme
Türkçe - İngilizce
saying

It goes without saying that smoking is bad for the health. - Sigara içmenin sağlık için zararlı olduğunu söylemeye gerek yok.

It is possible to talk for a long time without saying anything. - Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.

utterance
confession
articulation
mention

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

I forgot to mention it to them. - Bunu onlara söylemeyi unuttum.

saying; singing; disclosure
relation
telling

There is no telling when we will fall ill. - Ne zaman hastalanacağımızı söylemek imkansız.

What's wrong with telling Tom what happened? - Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?

singing

Suddenly, my mother started singing. - Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.

Ken kept on singing that song. - Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.

readily
disclose
speaking

Generally speaking, boys can run faster than girls. - Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.

Strictly speaking, she didn't like it at all, but she didn't say a thing. - Sıkı bir şekilde konuşulursa, o bundan hiç hoşlanmadı ama bir şey söylemedi.

söylemek
sing

Yumi's hobby is singing popular songs. - Yumi'nin hobisi popüler şarkılar söylemek.

I want to sing to his piano accompaniment. - Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.

söylemek
say

She must be stupid to say such a thing. - Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.

Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting. - Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.

söylemek
tell

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

söyleyiş biçimi, söyleme
articulatory form, do not tell
söz söyleme
speech
söyle
{f} said

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

söylemek
{f} confess

He confessed he had to lie. - Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.

söylemek
assert
söylemek
spit out
söyle
spit it out !
söyle
told

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

Don't forget what I told you. - Sana söylediklerimi unutma.

söylemek
bade
söylemek
dictate
söylemek
pronounce
söylemek
call

Tom called to tell Mary that he'd be late. - Tom geç kalacağını Mary'ye söylemek için aradı.

I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married. - Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.

söylemek
enunciate
söylemek
spill
söylemek
{f} speak

I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say. - Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.

I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say. - Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.

söylemek
{f} deliver
söylemek
submit
şarkı söyleme
sing

I carried on singing. - Ben şarkı söylemeyi sürdürdüm.

Linda stood up to sing. - Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.

söylemek
{f} affirm
söylemek
{f} order
söylemek
articulate
söylemek
let on
söylemek
allege
söylemek
divulge
söylemek
put

To put it briefly, she turned down his proposal. - Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

söylemek
raise
söylemek
talk

Wise men talk because they have something to say; fools, because they have to say something. - Akıllı insanlar söyleyecek bir şeyleri olduğu için ; aptallar, bir şey söylemek zorunda oldukları için konuşurlar.

Tom was about to say something, but Mary started talking first. - Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.

söylemek
propound
söylemek
share
söylemek
throw out
söylemek
represent
söylemek
recite
söylemek
spell
söylemek
relate
söylemek
voice
söylemek
declare
söylemek
confide
söylemek
narrate
söylemek
call off
söylemek
call out
söylemek
fame
söylemek
show

Singing in the shower is one of his favorite things to do. - Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.

Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion. - Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.

söylemek
word

I don't have to say a word. - Bir söz söylemek zorunda değilim.

Tom is the kind of person who always has to have the last word. - Tom her zaman son sözü söylemek zorunda kalan insan türüdür.

söylemek
mention

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

söylemek
state
söylemek
impart to
söylemek
publish
söylemek
(Ticaret) address
söylemek
discourse
söylemek
inform
söylemek
mouth

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

Tom opened his mouth to say something. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.

söylemek
spiel
yalan söyleme
(Askeri) deceive
söyle
told to
söyle
say

I've got nothing to say to him. - Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.

Please say it in English. - Lütfen onu İngilizce olarak söyle.

söyle
confide

This is confidential, I can only tell him personally. - Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.

He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married. - O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.

söyle
tell

Please tell me your address. - Lütfen adresini bana söyle.

Tell me which of the two cameras is the better one. - İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.

söyle
{f} saying

He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning. - O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.

What you are saying does not make sense. - Söylediğinin anlamı yok.

söylemek
report
söylemek
betray
söylemek
apprise
söylemek
bring sb in on sth
söylemek
aver
söylemek
impart
söylemek
disclose
söylemek
{f} bid
düşünüp söyleme yeteneği
ability to think and say
söyle
dictate
söylemek
utter
söylemek
say it
söylemek
say to
arada söyleme
interjection
büyük lokma ye, büyük söz söyleme
(Atasözü) Eat a big mouthful, but don't make big promises. B
düşüncesini söyleme hakkı olmayan
voiceless
güzel söz söyleme sanatı
eloquence
hep beraber şarkı söyleme
barbershop singing
ilâhi söyleme
hymnody
kelimeleri tersten söyleme
back slang
kimseye söyleme
keep it dark
kimseye söyleme
mum is the word
kimseye söyleme
mum's the world
lâf arasında söyleme
interjection
söyle
mouth

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened. - Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylemek
sound
söylemek
couch
söylemek
to sing (a song); to recite (a poem)
söylemek
observe
söylemek
to speak to, direct one's words to
söylemek
drop
söylemek
name

You don't have to tell me his name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

You don't have to tell me your name. - Bana adınızı söylemek zorunda değilsiniz.

söylemek
to say, to tell, to speak, to remark; to declare; to utter; to sing (a song); to confess; to confide, to divulge, to let on
söylemek
to say, utter (something); to say (something) to (someone), tell (someone) (something): Bana Fatma'nın evde olmadığını söyledi, ama inanmadım. She told me that Fatma wasn't at home, but I didn't believe her
söylemek
give voice to
söylemek
to tell (someone to do something): Akşam yemeğini hazırlamamı söyledi. She told me to fix supper. Ona söyle, oraya gitmesin. Tell her not to go there
söylemek
break

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

söylemek
hazard
söylemek
pass

Singing is my passion. - Şarkı söylemek benim tutkumdur.

It is my sad duty to tell you that Tom has passed away. - Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.

söylemek
remark
söylemek
spit
söylemek
speak of
söylemek
air
söylemek
quote
yakın sesleri ardarda söyleme güçlüğü
cacophony
yalan söyleme
lying

Jack said he had never told a lie, but he was lying. - Jack asla yalan söylemediğini söyledi fakat yalan söylüyordu.

Tom accused Mary of lying through her teeth. - Tom Mary'yi açık açık yalan söylemekle suçladı.

yerinde söz söyleme
grandiloquence
ıslık çalar gibi söyleme
sibilation
şakacıktan söyleme
joking
şarkı söyleme
song

We enjoyed singing songs together. - Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.

We all felt embarrassed to sing a song in public. - Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.

Türkçe - Türkçe
Söylemek işi
irat
Söylemek
çıkarmak
Söylemek
(Osmanlı Dönemi) NEBS
Söylemek
savurmak
Söylemek
irat etmek
Söylemek
çekmek
Söylemek
telaffuz etmek
Söylemek
atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak
söylemek
Haber vermek: "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler."- A. Ş. Hisar. Önceden bildirmek, tahmin etmek: "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim."- R. H. Karay
söylemek
Haber vermek
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak: "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi."- R. N. Güntekin
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek: "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler."- F. R. Atay
söylemek
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler."- N. Cumalı
söylemek
Önceden bildirmek, tahmin etmek
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar."- S. F. Abasıyanık
söylemek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak
söylemek
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim."- R. N. Güntekin
söylemek
Türkü, şarkı vb. okumak
söylemek
Yazmak, düzmek
söylemek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek
söylemek
şakımak