söylemek

listen to the pronunciation of söylemek
Türkçe - İngilizce
sing

Linda stood up to sing. - Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.

We enjoyed singing songs together. - Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.

say

Last night, Mr. A called me up to say he couldn't attend today's meeting. - Dün gece Bay A bugünkü toplantıya katılamayacağını söylemek için beni aradı.

It is hard to say which car is nicer. - Hangi arabanın daha güzel olduğu söylemek zordur.

tell

It appears that my husband is cheating on me with my friend. I want to tell her: You thieving cat!. - Bana öyle geliyor ki kocam beni arkadaşımla aldatıyor.Ona söylemek istiyorum:Sen kedi çalıyorsun!.

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

assert
spit out
bade
dictate
pronounce
call

Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late. - Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.

Tom called Mary to tell her he'd be late. - Tom Mary'yi ona geç kalacağını söylemek için aradı.

enunciate
spill
articulate
submit
let on
allege
divulge
put

To put it briefly, she turned down his proposal. - Kısaca söylemek gerekirse, o, onun önerisini geri çevirdi.

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

raise
talk

To tell the truth, I don't like his way of talking. - Doğruyu söylemek gerekirse, onun konuşma tarzından hoşlanmadım.

Tom was about to say something, but Mary started talking first. - Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.

propound
share
throw out
represent
recite
spell
relate
voice
declare
confide
narrate
call off
call out
fame
show

Singing in the shower is one of his favorite things to do. - Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.

I want to show you something. - Size bir şey söylemek istiyorum.

word

Tom is the kind of person who always has to have the last word. - Tom her zaman son sözü söylemek zorunda kalan insan türüdür.

I don't have to say a word. - Bir söz söylemek zorunda değilim.

mention

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

state
impart to
publish
(Ticaret) address
discourse
inform
mouth

Tom opened his mouth to say something. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.

Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him. - Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.

spiel
disclose
utter
bid
sound
couch
order
to sing (a song); to recite (a poem)
aver
impart
observe
to speak to, direct one's words to
speak

I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say. - Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.

Speaking the truth is not a crime. - Doğruyu söylemek suç değildir.

drop
name

He was unwilling to tell us his name. - O, bize adını söylemek için isteksizdi.

You don't have to tell me his name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

to say, to tell, to speak, to remark; to declare; to utter; to sing (a song); to confess; to confide, to divulge, to let on
to say, utter (something); to say (something) to (someone), tell (someone) (something): Bana Fatma'nın evde olmadığını söyledi, ama inanmadım. She told me that Fatma wasn't at home, but I didn't believe her
give voice to
confess

He confessed he had to lie. - Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.

to tell (someone to do something): Akşam yemeğini hazırlamamı söyledi. She told me to fix supper. Ona söyle, oraya gitmesin. Tell her not to go there
break

I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break. - Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.

hazard
deliver
pass

Singing is my passion. - Şarkı söylemek benim tutkumdur.

It is my sad duty to tell you that Tom has passed away. - Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.

remark
spit
speak of
şarkı söylemek
sing
yalan söylemek
lie

It is wrong to tell a lie. - Yalan söylemek yanlıştır.

It is not good to tell a lie. - Yalan söylemek iyi değildir.

söylemek (şarkı)
sing
söz söylemek
comment
söyleyeceğini söylemek
to say one's say
söz söylemek
speak
pat diye söylemek
plump
doğruyu söylemek gerekirse
as a matter of fact
bağırarak söylemek
call out
söyle
{f} said

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

aklından geçeni söylemek
speak one's mind
bağıra çağıra söylemek
roar
defalarca söylemek
reiterate
fikrini söylemek
opine
söyle
spit it out !
söyle
told

My father told me not to read a book in my bed. - Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.

He told me that his father was dead. - O bana babasının öldüğünü söyledi.

yalan söylemek
to lie, to tell lies
sesli söylemek
speak up
acı söylemek
tell the painful truth bluntly
adını söylemek
name

You don't have to tell me his name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

You don't have to tell me her name. - Bana onun adını söylemek zorunda değilsin.

arada söz söylemek
interject
açık söylemek
speak openly
açıkça söylemek
make no bones of
açıkça söylemek
avowed
birer birer söylemek
enumerate
büyük söylemek
talk big
büyük söylemek
boast
büyük söz söylemek
talk big
doğaçtan söylemek
improvise
ezbere söylemek
(Muzik) declaim
ezbere söylemek
rattle off
ezbere söylemek
(Muzik) recite
fikrini söylemek
take a stand
fikrini söylemek
commit oneself
gerçeği söylemek
tell the truth
haberleri söylemek
break news
herkese söylemek
broadcast
incitici söz söylemek
gibe
ismini söylemek
name
nefes nefese söylemek
pant
ninni söylemek
sing a lullaby
nutuk söylemek
hold forth
nutuk söylemek
address
selam söylemek
present one's compliments
selam söylemek
give one's kind regards to
söyleme
singing

Ken kept on singing that song. - Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.

Do you like listening to music or singing songs? - Müzik dinlemeyi mi yoksa şarkılar söylemeyi mi seversiniz?

söyleme
{i} saying

Isn't there a much better and shorter way of saying the same thing? - Aynı şeyi söylemenin çok daha iyi ve kısa bir yolu yok mu?

It goes without saying that time is money. - Zamanın para olduğunu söylemeye gerek yok.

söyleme
readily
tersini söylemek
contradict
tirat söylemek
harangue
türkü söylemek
sing a song
yalan söylemek
deceive
yalan söylemek
knock about
yalan söylemek
declare untrue
yalan söylemek
tell lies
yanlış söylemek
mispronounce
çirkin sözler söylemek
abuse
önceden söylemek
predict
önceden söylemek
augur
şaka söylemek
joke
şarkı söylemek
sang
genzinden söylemek
twang
söyle
told to
söyle
say

I've got nothing to say to him. - Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.

Please say it in English. - Lütfen onu İngilizce olarak söyle.

söyle
confide

I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it? - Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?

This is confidential, I can only tell him personally. - Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.

söyle
tell

Could you please tell me why you love her? - Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?

Please tell me your address. - Lütfen adresini bana söyle.

söyle
{f} saying

He received a telegram saying that his mother had died. - O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.

He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning. - O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.

söyleme
mention

I'll have to mention it to them. - Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.

I'll have to mention it to her. - Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.

açıkça söylemek gerekirse
To put it clearly
doğruyu söylemek gerekirse
If the truth be told

If the truth be told, I can't say I ever really enjoyed going sightseeing anyway.

doğruyu söylemek gerkirse
to tell the truth
kötü söylemek
bad to say
marş söylemek
to sing an/the anthem
söyle
dictate
söyleme
disclose
uydurup söylemek
and to say match
yalan söylemek
to tell lies
acı söylemek
to tell the painful truth bluntly
aklına geleni söylemek
say whatever comes uppermost
aksini söylemek
to say the opposite, to contradict
aksini söylemek
to say the opposite
aksini söylemek
say the oppositev
aksini söylemek
(Hukuk) to be in contradiction with
akılına geleni söylemek
to speak without thinking
alıştıra alıştıra söylemek
break the news
arada söylemek
interject
arkadan söylemek
to talk behind someone's back, gossip
arkadan söylemek
to backbite
ayağını denk almasını söylemek
read the riot act to
aynı şeyi söylemek
tell the same thing
açık açık söylemek
make no bones of it
açık seçik söylemek
not to put too fine a point on it
açıkça söylemek
articulate
açıkça söylemek
speak out
açıkça söylemek
make no secret of
açıkça söylemek
avow
açıkça söylemek
to speak out/up, to profess, to make no bones about
açıkça söylemek
profess
ağlarken söylemek
sob out
ağzına geleni söylemek
give a piece of one's mind
ağzına geleni söylemek
tell smb. one's mind
ağzına geleni söylemek
to give sb a piece of one's mind
ağzına geleni söylemek
let fly at smb
ağzında yuvarlayarak söylemek
roll
ağzıyla söylemek
tell personally
ağzıyla söylemek
to tell personally
ağır söylemek
to use hard words
ağır söylemek
use hard words
bakarak söylemek
sight-read
bakarak söylemek
sight read
bağıra bağıra söylemek
belt out
bağıra bağıra şarkı söylemek
speak or sing in a loud rolling manner
bağıra bağıra şarkı söylemek
troll
bağırarak söylemek
spit out
bağırarak söylemek
scream out
bağırarak söylemek
squall out
bağırarak söylemek
shout out
bağırarak söylemek
shout
başkası için söz söylemek
apostrophize
bildiklerini söylemek
sing out
bilmecenin cevabını söylemek
riddle
bir ayak üstünde bin yalan söylemek
1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar
bir yığın yalan söylemek
tell a pack of lies
birden söylemek
snap out
birkaç sesle şarkı söylemek
troll
burnunu çekerek söylemek
snuffle out
bülbül gibi söylemek
to tell all, give it all away, spill the beans
büyük (söz) söylemek
to talk big, boast
büyük söylemek
to talk big
büyük söz söylemek
to talk big
cansız söylemek
singsong
ciddi söylemek
to say (something) in earnest; to be for real
cıvıldayarak söylemek
cheep
damaktan söylemek
palatalize
dan diye söylemek
(deyim) shoot from the hip
denli densiz söz söylemek
to speak in an offhand, disrespectful manner
dobra dobra söylemek
speak bluntly
doğaçtan söylemek
to improvise
doğaçtan söylemek
ad-lib
doğaçtan söylemek
extemporize
doğru söylemek
declare valid
doğru söylemek
speak true
doğru söylemek
tell the truth
doğru söylemek
to speak the truth
doğrudan söylemek
say directly
doğrudan söylemek
put it bluntly
doğrudan söylemek
say explicitly
doğruyu söylemek
to tell the truth
doğruyu söylemek
tell the truth

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

To tell the truth, I used to smoke two packs a day. - Doğruyu söylemek gerekirse, günde iki paket sigara içerdim.

düşüncesini söylemek
remark
Türkçe - Türkçe
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak
Haber vermek: "Benim burada nasıl yaşadığımı görenler gidip babama da söylerler."- A. Ş. Hisar. Önceden bildirmek, tahmin etmek: "Bir değil iki tane olduğunu size söylemiştim."- R. H. Karay
Haber vermek
Türkü, şarkı vb. okumak: "Kanto söyler gibi hareketler ve taklitlerle söylediği şarkılar pek eğlenceli şeylerdi."- R. N. Güntekin
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek: "Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler."- F. R. Atay
Herhangi bir şeyi bildirmek, anlatmak, demek istemek, hatırlatmak: "Ne söyler bu türküler / Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler."- N. Cumalı
Önceden bildirmek, tahmin etmek
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak: "Hececiler kendilerinden sonra yeni bir edebî neslin yetişmediğini söylüyorlar."- S. F. Abasıyanık
Bir düşünceyi ileri sürmek, ortaya atmak
Düşündüğünü veya bildiğini sözle anlatmak: "Bu konak için de yine senelerden beri aynı şeyi söylerim."- R. N. Güntekin
Türkü, şarkı vb. okumak
Yazmak, düzmek
Bir şeyin yapılmasını sözle istemek
çıkarmak
(Osmanlı Dönemi) NEBS
savurmak
irat etmek
çekmek
telaffuz etmek
atmak
şakımak
Söyleme
irat
söyleme
Söylemek işi
söylemek