Curdken ran up to her and wanted to grasp some of the hair from her head.
 - Curdken ona doğru koştu ve onun başından bir tutam saç tutmak istedi.
We should take his youth into account.
 - Onun gençliğini göz önünde tutmalıyız.
Tom didn't have enough money to take a taxi.
 - Tom'un bir taksi tutmak için yeterli parası yoktu.
Tom had no way of knowing that the dam wouldn't hold.
 - Tom barajın tutmayacağını bilemezdi.
Tom tried to hold back his tears.
 - Tom gözyaşlarını tutmaya çalıştı.
Have you ever tried to catch snowflakes on your tongue?
 - Hiç dilinde kar taneleri tutmaya çalıştın mı?
A drowning man will catch at a straw.
 - Boğulan bir insan saman çöpünü tutmaya çalışır.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
 - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
Sami dropped everything he was holding.
 - Sami tutmakta olduğu her şeyi düşürdü.
You must grip that dagger this way.
 - O hançeri bu şekilde tutmalısın.
Reason promises us its support, but it does not always keep its promise.
 - Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.
Tom isn't good at keeping secrets.
 - Tom sır tutmakta iyi değildir.
Keeping a diary is a good habit.
 - Bir günlük tutmak iyi bir alışkanlıktır.
The handle of this pan is easy to hold.
 - Bu tavanın sapını tutmak kolaydır.
I just want to hold her hand.
 - Sadece onun elini tutmak istiyorum.
It'll keep you warm - Seni sıcak tutar She keeps a diary - Günlük tutuyor. He keeps the books - Defter tutuyor.
In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
 - Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
We have to keep our dog tied.
 - Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
She should take into consideration the advice of her mother.
 - O, annesinin tavsiyesini göz önünde tutmalıdır.
We had to retain a lawyer.
 - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.
I will lend you the books, which I have at my disposal, on condition that you keep them clean.
 - Onları temiz tutmak şartıyla sana elimdeki kitapları ödünç vereceğim.
They held her in high esteem as their benefactor.
 - Onlar, hayırseverleri olarak onu yüksek itibarda tuttu.
He held his breath while watching the match.
 - Maçı izlerken nefesini tuttu.
I like to go fishing with my father.
 - Babamla birlikte balık tutmaya gitmek istiyorum.
I often go fishing in the river.
 - Ben sık sık nehirde balık tutmaya giderim.
The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused.
 - Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.
Tom wanted to hire us both, but he said he could only hire one of us.
 - Tom ikimizi de tutmak istedi, ancak yalnızca bizden birini tutabileceğini söyledi.
It wasn't my idea to hire her.
 - Onu tutmak benim fikrim değildi.
They fixed the sign to the wall.
 - Onlar tabelayı duvara tutturdular.
How much will it cost you to go by air?
 - Hava yoluyla gitmen ne kadar tutar?
How much does a beer cost?
 - Bir bira ne kadar tutar?
On a hot summer day, the air conditioner works all day to keep us cool.
 - Sıcak bir yaz gününde, klima bizi serin tutmak için bütün gün çalışır.
I don't have a lot of work, but it's enough to keep me in the office this week.
 - Bir sürü işim yok ama bu hafta beni ofiste tutmak için yeterli.
I had to grab her to keep her from falling.
 - Onun düşmesini engellemek için onu tutmak zorunda kaldım.
If you want to stay a member of this club, you have to fish or cut bait.
 - Bu kulübün bir üyesi kalmak istiyorsanız balık tutmak ya da yem kesmek zorundasınız.
I'd like to keep expenses down.
 - Giderleri düşük tutmak istiyorum.
It is a fine day and I feel like going fishing.
 - Güzel bir gün ve canım balık tutmak istiyor.
You have to hold back.
 - Kendini tutmak zorundasın.
We have to keep our dog tied.
 - Köpeğimizi bağlı tutmak zorundayız.
Don't make promises that you don't intend to keep.
 - Tutmak niyetinde olmadığın sözler verme.
Make no mistake: we do not want to keep our troops in Afghanistan. We seek no military bases there.
 - Yanlış yapmak yok: Biz birliklerimizi Afganistan'da tutmak istemiyoruz. Biz orada askeri üs aramıyoruz.
Tom can't hold down a job. He's always getting fired.
 - Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.
I barely restrained myself from vomiting.
 - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
I hope I can hold on to my job.
 - Sanırım mesleğime tutunabilirim.
Hold your tongue, or you'll be killed.
 - Dilini tut, yoksa öldürüleceksin.
I barely restrained myself from vomiting.
 - Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
He could no longer restrain himself.
 - O artık kendini tutamadı.
We had to retain a lawyer.
 - Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.
Sami tried to get hold of his brother.
 - Sami erkek kardeşini tutmaya çalıştı.
Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers.
 - Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.
You're holding my hand in the photo.
 - Fotoğrafta elimi tutuyorsun.
The fat woman was holding a monkey.
 - Şişman kadın bir maymun tutuyordu.
You have to hold back.
 - Kendini tutmak zorundasın.
The girl tried hard to hold back her tears.
 - Kız gözyaşlarını tutmak için çok gayret etti.
The police held back the crowd.
 - Polisler kalabalığı geride tuttu.
The police held back the protesters.
 - Polis protestocuları geri tuttu.
Sometimes, the best response is to restrain yourself from responding.
 - Bazen en iyi yanıt, kendinizi yanıt vermekten uzak tutmaktır.
The girl tried hard to hold back her tears.
 - Kız gözyaşlarını tutmak için çok gayret etti.
You have to hold back.
 - Kendini tutmak zorundasın.
I'll do whatever it takes to keep our family together.
 - Ailemi birlikte tutmak için ne gerekiyorsa yapacağım.
Why do you want to take a taxi?
 - Neden bir taksi tutmak istiyorsun?
This net here is to keep off mosquitoes.
 - Buradaki ağ, sivrisinekleri uzak tutmak içindir.
Tom adopted our method of bookkeeping.
 - Tom defter tutma metodumuzu benimsedi.
We should take his youth into account.
 - Onun gençliğini göz önünde tutmalıyız.