işle

listen to the pronunciation of işle
Türkisch - Englisch
function as

Some English adverbs function as adjectives. - Bazı İngilizce zarflar sıfat olarak işlevini yerine getirir.

{f} manipulated

Sami manipulated Layla to do his dirty work. - Sami, Leyla'yı kirli işlerini yapması için yönlendirdi.

manipulate

Sami manipulated Layla to do his dirty work. - Sami, Leyla'yı kirli işlerini yapması için yönlendirdi.

{f} process

I would like to use your word processor. - Ben kelime işlemcini kullanmak istiyorum.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{f} cultivated

They cultivated the land. - Onlar toprağı işlediler.

cultivate

They say Zen cultivates our mind. - Zen'in aklımızı işlediğini söylüyorlar.

They cultivated the land. - Onlar toprağı işlediler.

{f} processing

The customer is responsible for bank transfer processing fees. We thank you for your understanding. - Müşteri banka havalesi işlem ücretlerinden sorumludur. Anlayışınız için size teşekkür ederiz.

Two more food processing plants closed down this month. - Bu ay iki tane daha gıda işleme tesisi kapatıldı.

till
brocade
engraving
{f} handle

Your car handles easily. - Senin araban kolayca işler.

Gunpowder needs to be handled very carefully. - Barut çok dikkatli şekilde işlenmeli.

engrave
{i} occupation

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

Gaziantep was freed from the French occupation in 1921. - Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.

işlemek
process

We don't have time to process all this data. - Tüm bu verileri işlemek için zamanımız yok.

business

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

job

Ann can't find a job. - Ann, bir iş bulamıyor.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

işlemek
commit

You had just enough time to drive to Boston and commit the murder. - Araçla Boston'a gitmek ve cinayeti işlemek için yeterli zamanın vardı.

You must be willing to commit to the program for at least a year. - Programı işlemek için en az bir yıl istekli olmalısın.

işlemek
handle
işlemek
treat
work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

assignment

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{i} cause

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

işlemek
{f} farm
{i} shop

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

işlemek
{f} forge
occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

işlemek
operate
işlemek
engrave
işlemek
{f} function
işlemek
{f} travel
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

What did they add this needless function for? - Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

işlemek
{f} go
işlemek
{f} penetrate
{i} show

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

working

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

He has spent most of his working life as a diplomat. - İş hayatının çoğunluğunu bir diplomat olarak geçirdi.

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

line

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

project

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

workings
(Ticaret) engagement
işlemek
tick
işlemek
refine
işlemek
dress
işlemek
trace
işlemek
manipulate to
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

post

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

We always walk by the post office on the way to work. - Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.

commission
operation

The two main operations in calculus are the integral and the derivative. - İntegral ve türev, kalkülüs'te iki ana işlemdir.

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

occupational
concern

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

position

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

transaction

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

matter

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işlemek
cultivate
işlemek
hammer out
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işlemek
perpetrate
işlemek
{f} brand
suç işle
crime
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Police revealed that the heist was the work of professionals. - Polis soygunun profesyonellerin işi olduğunu ortaya çıkardı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

things to do

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

It's horrible to get caught in rush hour traffic. - İş çıkışındaki yoğun trafiğe yakalanmak korkunçtur.

load

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

incumbency
piece of work

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

{i} works

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işlemek
instil
işlemek
(for a boil, sore, or wound) to fester
işlemek
grave
işlemek
to penetrate; to soak into
işlemek
manipulate
işlemek
strike
işlemek
(for a business) to be doing a good business, be doing well
işlemek
indwell
işlemek
slang to investigate, look into
işlemek
slang to commit theft; to steal
işlemek
perform
işlemek
to cultivate, work (land)
işlemek
pierce
işlemek
stamp
işlemek
(for a law) to be effective, be enforced
işlemek
sink into
işlemek
slang to pull the wool over someone's eyes (as a joke). İşleyen demir pas tutmaz/paslanmaz/ışıldar. (Atasözü) An active, industrious person is a healthy, productive person
işlemek
to operate, to work, to run, to function; to process, to treat; to embroider; to commit, to perpetrate; to penetrate; to influence; to embroider; (toprak) to cultivate; (konu) to treat, to deal with; to teach (a subject); (taşıt) to run, to ply; (çıban) t
işlemek
till
işlemek
sink
işlemek
hammer

I intend to hammer this idea into the student's heads. - Ben bu fikri öğrencilerin kafalarına işlemek niyetindeyim.

işlemek
(for a vehicle, ship) to ply, make regular trips
işlemek
instill
işlemek
(toprak) tame
işlemek
(suç) perpetrate
işlemek
(beynine) print
işlemek
to treat, discuss (a subject)
işlemek
to do fine work on, embroider
işlemek
run
işlemek
tame
işlemek
(for a road) to carry traffic
işlemek
to process, treat, work up
işlemek
to function, operate, perform, do work
işlemek
discourse
işlemek
work
işlemek
ferry
işlemek
unhair
işlemek
ply
işlemek
mill
Türkisch - Türkisch

Definition von işle im Türkisch Türkisch wörterbuch

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işlemek
Hesapları veya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak: "Tayın çizelgelerini düzenliyorum, ambar defterini işliyorum."- E. Bener
işlemek
Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak
işlemek
İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek
işlemek
Yapmak, nakışlamak
işlemek
Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek
işlemek
Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek: "Ali Rıza Bey bu ilk çocuğu ile, bir çiçek meraklısı, bahçesiyle oynar gibi oynamış, onu ancak kendi hayalinde yaşayan mükemmel insan maddelerine göre işlemişti."- R. N. Güntekin. İşlek, etkin durumda olmak: "Lütfügiller büyücek bahçelerinin ana yola açılan kapısından işlerlerdi."- S. F. Abasıyanık. Çıban, olgunlaşma yolunda olmak
işlemek
İşlek, etkin durumda olmak
işlemek
İyi çalışmak, müşterisi bol olmak
işlemek
Hesapları veya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak
işlemek
Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek
işlemek
Gidip gelmek
işlemek
Herhangi bir ürünü satışa sunulmadan önce birtakım işlemlerden geçirmek
işlemek
Gidip gelmek: "Şimdi otomobillerin, otobüslerin işledikleri asfalt caddeden bir zamanlar ne kervan, ne insan geçerdi."- S. M. Alus
işlemek
Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek
işlemek
Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek. İnce ve süslü şeyler yapmak, nakışlamak: "Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, sanatının âşığıydı."- M. Ş. Esendal. İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek: "O uzun ve derin bakış genç adamın ta yüreğine kadar işlemişti."- Y. K. Karaosmanoğlu. İyi çalışmak, müşterisi bol olmak
işlemek
Olgunlaşma yolunda olmak
işlemek
Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak: "İşleyen demir ışıldar."- Atasözü
işlemek
Yara, kapanmak
işlemek
Kapanmak
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
işle

    Silbentrennung

    iş·le

    Aussprache

    Etymologie

    () From Middle English, from Old French isle, from Latin insula
Favoriten