yap- mak

listen to the pronunciation of yap- mak
Türkçe - İngilizce

yap- mak teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

yapmak
make

Don't be afraid to make mistakes when speaking English. - İngilizce konuşurken hata yapmaktan korkmayın.

I have to make the best of that small room. - Ben bu küçük odayla ilgili en iyisini yapmak zorundayım.

yapmak
do
yapmak
perform

Full body scanners perform a virtual strip search. - Tam vücut tarayıcıları sanal şerit arama yapmaktadır.

As a first-aider, Tom is morally obligated to perform CPR on someone who's had a heart attack. - Bir ilk yardım görevlisi olan Tom, kalp krizi geçiren birisi üzerinde manevi olarak CPR yapmakla yükümlüdür.

yapmak
{f} execute
yapmak
{f} practice

After school, I go to an English school to practice English conversation. - Okuldan sonra, İngilizce konuşma pratiği yapmak için bir İngiliz okuluna gidiyorum.

It takes years of practice to play the piano well. - Piyanoyu iyi çalmak için, yıllarca pratik yapmak gerekir.

yapmak
practise

He usually wants to practise his English on me. - O genellikle İngilizcesini benim üzerimde pratik yapmak istiyor

I want to practise my English. - İngilizcemi pratik yapmak istiyorum.

yapmak
{f} have

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

yapmak
carry out

One of the most important things you have to do right now is to carry out the plan. - Şu anda yapmak zorunda olduğun en önemli şey planı uygulamaktır.

yapmak
conduct

The astronaut had to conduct many experiments in the space shuttle. - Astronot uzay mekiğinde birçok deneyler yapmak zorunda kaldı.

yapmak
{f} accomplish

What would you like to accomplish with your piano lessons? - Piyano derslerinizle ne yapmak istiyorsunuz?

Tom was able to accomplish everything he'd set out to do. - Tom yapmak için başladığı her şeyi başarabildi.

yapmak
build

They spent six months building the house. - Onlar evi yapmak için altı ay harcadılar.

But that's not the whole picture. Tatoeba is not just an open, collaborative, multilingual dictionary of sentences. It's part of an ecosystem that we want to build. - Ama bütün resim bu değil. Tatoeba sadece açık, işbirlikçi, çok dilli cümleler sözlüğü değildir. O, yapmak istediğimiz bir ekosistemin parçasıdır.

yapmak
put up

If we’re truly a nation of family values, we wouldn’t put up with the fact that many women can’t even get a paid day off to give birth. - Eğer gerçekten aile değerlerine önem veren bir milletsek, çoğu kadının doğum yapmak için ücretli izin bile alamadığı gerçeğine katlanmazdık.

yapmak
{f} prepare

I'm not prepared to do that. - Onu yapmak için hazır değilim.

I'm prepared to do that now. - Şimdi onu yapmak için hazırım.

yapmak
{f} establish

To be successful, you have to establish a good plan. - Başarılı olmak için iyi bir plan yapmak zorundasın.

This discovery opened up the floodgates to research and led to the establishment of the discipline as a legitimate field of inquiry. - Bu keşif araştırma yapmak için bent kapaklarını açtı ve soruşturmanın meşru alanı olarak disiplin kurulmasına neden oldu.

yapmak
{f} fulfill
yapmak
{f} land

Sami was forced to make an emergency landing. - Sami acil iniş yapmak zorunda kaldı.

yapmak
{f} get

In the U.S., it is illegal to torture people in order to get information from them. - ABD'de, onlardan bilgi almak için insanlara işkence yapmak yasaktır.

Let's get out for a while to take a walk. - Yürüyüş yapmak için bir süre dışarı çıkalım.

yapmak
design
yapmak
carry on
yapmak
forge

The last thing we want to do is to forget to pay our bills. - Yapmak istediğimiz son şey faturalarımızı ödemeyi unutmaktır.

Don't forget we have to do our homework. - Ödevimizi yapmak zorunda olduğumuzu unutma.

yapmak
(Latin) facere
yapmak
fabricate
yapmak
deliver
yapmak
bring out
yapmak
act

You didn't actually want to do that, did you? - Aslında onu yapmak istemiyordun, değil mi?

He probably meant that people go to demonstrations just to show up instead of actually protesting. - O, muhtemelen insanların gerçekten protesto yapmak yerine sadece boy göstermek için gösterilere gittiklerini kastediyordu.

yapmak
ordain
yapmak
(Politika, Siyaset) apply a reduction
yapmak
cook

Tom's favorite thing to do was cooking. - Tom'un yapmak için en sevdiği şey yemek pişirmeydi.

Let's dine out tonight. I'm too tired to cook. - Hadi bu gece akşam yemeğini dışarda yiyelim, yemek yapmak için çok yorgunum.

yapmak
(Ticaret) administer
yapmak
mend
yapmak
commit

Tom is very committed to doing that. - Tom onu yapmak için çok kararlıdır.

yapmak
hold in
yapmak
cost

Apart from the cost, it will take long to build the bridge. - Köprü yapmak, maliyetin dışında, uzun sürecektir.

How much does it cost to make a T-shirt? - Bir gömlek yapmak kaça mal olur?

yapmak
cause

The last thing I want to do is cause you a problem. - Yapmak istediğim son şey sana bir probleme neden olmak.

The last thing I want to do is cause you any more pain. - Yapmak istediğim son şey size daha fazla acıya neden olmamdır.

yapmak
meet

We're about to have a meeting. - Bir toplantı yapmak üzereyiz.

Tom wants to have a meeting with you. - Tom seninle bir miting yapmak ister.

yapmak
perpetrate
yapmak
construct
yapmak
(Politika, Siyaset) make a reduction
yapmak
turn

Whose turn is it to deal? - İş yapmak için kimin sırası?

I've turned off most of the lights to save power. - Enerji tasarrufu yapmak için ışıklardan bazılarını kapattım.

yapmak
work

I had to work overtime yesterday. - Dün fazla mesai yapmak zorunda kaldım.

You must consider what kind of work you want to do. - Ne tür bir iş yapmak istediğinizi düşünmelisiniz.

yapmak
work on
yapmak
do with

Tom doesn't seem to want to have anything to do with me. - Tom benimle herhangi bir şey yapmak istiyormuş gibi görünmüyor.

What does that have to do with Tom? - O Tom'a ne yapmak zorundadır?

yapmak
make up
yapmak
achieve

Tom appears to have achieved what he set out to do. - Tom yapmak için başladığı işi başarmış gibi görünüyor.

yapmak
brew
yapmak
(Ticaret) render
yapmak
conference

I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room? - Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?

yapmak
draw

Some of the students like to draw pictures. - Öğrencilerden bazıları resim yapmaktan hoşlanırlar.

yapmak
repair

You're going to have to pay for the repair. - Tamir için ödeme yapmak zorunda kalacaksın.

This house needs so many repairs, it would be easier to tear it down and build a new one. - Bu evin çok fazla onarıma ihtiyacı var, onu yıkmak ve yenisini yapmak daha kolay olacaktır.

yapmak
(Havacılık) accoplish
yapmak
make of
yapmak
{f} weave
yapmak
{f} set

He set out to do something that had never been done before. - O daha önce hiç yapılmamış bir şeyi yapmak için yola çıktı.

Tom was able to accomplish everything he'd set out to do. - Tom yapmak için başladığı her şeyi başarabildi.

yapmak
transact

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

Do you wish to make any other transaction? - Başka bir işlem yapmak ister misiniz?

yapmak
fill
yapmak
discharge
yapmak
hold

I'd like to hold a staff meeting first thing tomorrow afternoon, so could you reserve the conference room? - Yarın öğleden sonra ilk olarak personel toplantısı yapmak istiyorum, bu yüzden konferans salonunu ayırır mısın?

yapmak
produce
yapmak
fulfil
yapmak
redeem
yapmak
put

I'll do whatever I have to do to put Tom behind bars. - Tom'u hapishaneye koymak için yapmak zorunda olduğum her şeyi yapacağım.

It is easier to make plans than to put them into practice. - Planlar yapmak onları uygulamaya koymaktan daha kolaydır.

yapmak
found

When I tried to speak to her, I always found myself too shy to do more than stammer or say something stupid. - Onunla konuşmaya çalıştığımda, ben her zaman kekelemekten ya da aptalca bir şey yapmaktan daha fazlasını yapamayacak kadar kendimi çok utangaç buldum.

Tom had always wanted to climb Mt. Fuji, but until now, had not found the time to do so. - Tom her zaman Fuji Dağı'na çıkmak istemişti fakat şimdiye kadar, bunu yapmak için zaman bulamamıştı.

yapmak
manage

How do you manage to find time to do that? - Bunu yapmak için zaman bulmayı nasıl başarıyorsunuz?

How do they manage to find time to do that? - Onu yapmak için zaman bulmayı nasıl başarıyorlar?

yapmak
create

In other words, we create time, we are time-makers, and we create it in order to do whatever we want to. - Başka bir deyişle, biz zaman yaratırız, biz zaman yapıcılarıyız ve biz zamanı istediğimizi yapmak için yaratırız.

James Cameron created a new way to make movies. - James Cameron film yapmak için yeni bir yol ortaya çıkardı.

yapmak
conduct to
yapmak
go over
yapmak
to cause, bring about (an illness)
yapmak
to be (used with reference to the weather): Geçen kış çok kar yaptı. It snowed a lot last winter
yapmak
to do, to make; to perform, to fulfil, to carry sth out; to mend, to repair, to fix" " onarmak, tamir etmek; to build, to construct, to erect, to found" " inşa etmek; to produce, to manufacture, to bring sth out" " üretmek; to cause" " yol açmak; to marry (a girl) to" " evlendirmek; to cost; to do with; to have, to possess; (yemek) to cook; (banyo) to have; (resim) to draw; (konuşma) to deliver, to make
yapmak
(çocuk) father
yapmak
(for a vehicle) to do, go, travel at (a specified speed)
yapmak
to do; to busy oneself with (something); to do (something) (as one's regular work or occupation); to carry out, perform; to effect, execute: Ne yapıyorsun? What're you doing? Başka ne yapayım? What else can I do? Haldun öğretmenlik yapıyor. Haldun teaches./Haldun's a teacher
yapmak
carve out
yapmak
to be occupied with (the doing of something): Stajımı o hastanede yaptım. I did my internship in that hospital. Lise öğrenimini Sen Jozef'te yaptı. He got his high school education at St. Joseph's
yapmak
to repair, fix (something)
yapmak
(makyaj) put on
yapmak
slang to do it to, have sex with. Yapma!
yapmak
ply
yapmak
to harm, do (someone) harm: Beni kızdıran kişiyi yaparım! I don't let anybody who crosses me get off easy!/The person who crosses me is in for it!
yapmak
Leave him/her/them alone!
yapmak
to do, arrange: Şayeste, saçını Şahinde'ye yaptırdı. Şayeste had Şahinde do her hair. Gülfidan, bir daha yatağını yapmadan kahvaltıya gelme ha! Gülfidan, don't you let me catch you coming to breakfast again without first making your bed!
yapmak
(hata vb.) perpetrate
yapmak
(Hukuk) to make

Don't be afraid to make a mistake. - Hatalar yapmaktan korkmayın.

Since the mid-20th century, the number of hutongs in Beijing has dropped dramatically as they are demolished to make way for new roads and buildings. - 20. yüzyılın ortalarından beri Pekin'de su kuyusu sayısı önemli ölçüde düşmüş ve yeni yol ve binalar için bir yol yapmak için yıkılmışlardır.

yapmak
contrive
yapmak
to produce (offspring)
yapmak
to make or describe (an arc, a curve, a bend, etc.): Yol orada viraj yapar. The road makes a bend there
yapmak
to make; to build, construct, fashion; to create; to manufacture; to produce; to prepare
yapmak
to make (someone, something) (reach a certain state): Bu ilaç beni iyi yaptı. This medicine made me well. İstanbul'u İstanbul yapan odur. That's what makes Istanbul Istanbul./That's what makes Istanbul what it is. Oğlumu doktor yapmak istiyorum. I want to make a doctor of my boy. Orayı muz bahçesi yapmalısınız. You ought to make that bit (of land) over there into a banana grove
yapmak
profess

Many, if not most, professional translators only translate into their native language. - Çoğunluğu değilsede, çok sayıda profesyonel çevirmen sadece kendi ana dillerine çeviri yapmaktadırlar.

I always wanted to be a professional singer. - Şarkıcılığı hep meslek olarak yapmak istemişimdir.

yapmak
to defecate (in/on); to urinate, wet: Çocuk yine yatağına yapmış. The child's wet the bed again
yapmak
engineer

Tom is working toward a master's degree in engineering. - Tom mühendislik dalında mastır yapmak için çalışıyor.

yapmak
acquit oneself
yapmak
Oh go on!/Go on! (used to express disbelief): Yapma! Şaka söylüyorsun! Go on now; you're kidding me! yapmadığını bırakmamak/yapmadığı kalmamak to do everything in the book to annoy or upset someone: Ayhan yapmadığını bırakmadı; onun sepetleneceği kesin. Ayhan's committed every crime in the book; he's sure to be fired. O gün söylediklerine itiraz ettim; ondan bu yana bana yapmadığı kalmadı. I objected to what she said that day, and since then she's done everything possible to harass me. yaptığı hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek for (someone's) well-meant help to do more harm than good
yapmak
go through
yapmak
architect
yapmak
fashion
yapmak
implement
yapmak
Leave it alone!/Stop it!/Cut it out!: Yapma Eda, kırarsın! Leave it alone, Eda! You could break it!
yapmak
to do, act, behave: Gelmekle iyi yaptın. You did well to come. Fena mı yapmışım yani? So somebody reckons I've behaved badly, eh?
yapmak
to make, acquire (money)
yapmak
{f} take

I have no choice but to take the red-eye back to New York. - New York'a geri dönmek için kırmızı-göz uçuşu yapmaktan başka seçeneğim yok.

It takes two to tango. - Tango yapmak iki kişi gerektirir.

yapmak
put through
yapmak
manufacture
yapmak
turn out
yapmak
wreak
yapmak
(İnşaat) do, does
yapmak
(deyim) work out

Tom goes to the local gym to work out. - Tom egzersiz yapmak için yerel spor salonuna gidiyor

I had some things to work out. - Antrenman yapmak için bazı şeylerim vardı.

Türkçe - Türkçe

yap- mak teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

yapmak
Onarmak, tamir etmek
yapmak
Bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek: "Ayrıca terbiye edeceğim, onu yaman bir polis köpeği yapacağım."- R. H. Karay
Yapmak
akdetmek
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) NEFŞ
Yapmak
(Hukuk) İKA ETMEK
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) SUN'
Yapmak
çıkmak
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) TARR
Yapmak
(Osmanlı Dönemi) SEFF
Yapmak
gitmek
Yapmak
icra etmek
yapmak
Gerçek niteliğini vermek
yapmak
Üretmek
yapmak
Gerçekleştirmek: "İlk ve orta öğrenimini Anadolu'da yapmıştır."- Y. Z. Ortaç
yapmak
Etkili olmak
yapmak
Edinmek, sahip olmak
yapmak
Bir işle uğraşmak, meşgul olmak
yapmak
Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek
yapmak
Zarara yol açmak
yapmak
Olmasına yol açmak
yapmak
Davranmak, hareket etmek
yapmak
Evlendirmek
yapmak
Birini herhangi bir duruma düşürmek
yapmak
Dışkı çıkarmak
yapmak
Bir kimseye bir meslek kazandırmak, yetiştirmek: "Onu da Üsküdar'daki ambar memuru yapmak suretiyle daireden uzaklaştırdı."- H. Taner
yapmak
Yol almak
yapmak
Bir harekete, işe başlamak veya bir hareketle, işle uğraşmak
yapmak
Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek: "Her görevi ayrım gözetmeden aynı titizlikle yapmak başarının sırrıdır."- Ç. Altan
yapmak
Tehdit yolyla birini herhangi bir duruma düşürmek
yapmak
Bir durum yaratmak: "Fırının harlı ateşi yanaklarını pembe pembe yapmıştı."- N. Araz
yapmak
Bir kimseye bir meslek kazandırmak; yetiştirmek
yapmak
Bir işle uğraşmak, meşgul olmak: "Yaratıcı hamleler yapmak isteyen bir millet için mutlaka bir şeye inanmak lazım."- O. S. Orhon
yapmak
Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek
yapmak
Salgılamak, çıkarmak
yapmak
Bir düşünceyi, bir davranışı, bir isteği işe dönüştürmek, gerçekleştirmek: "Elimi ağzına götürerek sus işareti yaptım."- R. H. Karay
yapmak
Olmak. İyilik veya kötülükte bulunmak
yapmak
Olmak
yapmak
Düzenli bir duruma getirmek
yapmak
Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek: "Şu işi yapıver diye yalvarmıştı da enişte engel olmuştu."- S. M. Alus
yapmak
Gerçekleştirmek
yapmak
bir durum yaratmak
yapmak
Bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek
yap- mak