Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Oturma odamda geniş pencereler var.
- My living room has wide windows.
Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
- When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler.
- The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını biliyordu.
- Tom knew what Mary did for a living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu.
- Tom found it hard to make a living as a street musician.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.
- He will have lived here for ten years by the end of next month.
Hepimiz mümkün olduğu kadar uzun yaşamak istiyoruz.
- All of us want to live as long as possible.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
- I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
O, ne mutfakta ne de salonda.
- She is neither in the kitchen nor in the living room.
Ortalama bir Amerikan yaşam alanı Japonya'daki yaşam alanının iki katı kadar büyüktür.
- The average American living space is twice as large as the living space in Japan.
Ev halkı, aynı yaşam alanını ve parayı paylaşan bir gruptur.
- A household is a group that shares the same living space and finances.
Tüm canlılar bir gün ölür.
- All living things die some day.
Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
- If it were not for water, no living things could live.
Çocuk oturma odasında duruyor.
- The boy is standing in the living room.
Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
- When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
Londra'da yaşayan bir arkadaşım var.
- I have a friend living in London.
Tom'un Boston'da yaşayan bir sürü arkadaşları var.
- Tom has many friends living in Boston.
She was living through her daughter.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Bazı işçiler geçinmeye yetecek ücret bile kazanmıyor.
- Some workers don't even earn a living wage.
Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
Kılıçla yaşayan kılıçla ölecek.
- He who lives by the sword shall die by the sword.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Mirketler Afrika'da yaşar.
- Meerkats live in Africa.
Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.
- Mike has a friend who lives in Chicago.
Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
- My grandfather is 90 years old and very lively.
Kazada çok sayıda canlı kayboldu.
- Many lives were lost in the accident.
Bugünkü parti gerçekten hareketliydi, değil mi?
- Today's party was really lively, wasn't it?
Dün gece hareketli bir partimiz vardı.
- We had a lively party last night.
Sarhoş bir TV sunucusu, canlı yayın esnasında istifra etti.
- A drunk TV presenter vomited during a live broadcast.
Bizi izlemeye devam edin. Canlı yayınımız kısa süre içinde geri dönecek.
- Stay tuned. Our live stream will return shortly.
Dan radyoda canlı çaldı.
- Dan played live on the radio.
Oturmak için bir yer arıyorum.
- I'm looking for a place to live.
Oturmak için bir yer arıyor.
- He is looking for a place to live.
Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.
- Tom just barely earns enough to live on.
Geçinmek için yeterli para kazanmıyor.
- He doesn't earn enough money to live on.
Liverpool, Southampton'tan ne kadar uzaklıktadır?
- How far is Liverpool from Southampton?
Bizim evin önceki sahipleri Liverpool'a taşındı.
- The previous owners of our house moved to Liverpool.
Tom ve Mary yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmek istediler.
- Tom and Mary wanted to spend the rest of their lives together.
O hayat dolu bir kız.
- She is a lively girl.
O, hayat dolu bir genç adam.
- He is a lively young man.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.
Hunanese is a living language.
These living conditions are deplorable.
This is the living image of Fidel Castro.
plain living.
The coelacanth and the dawn redwood are living fossils.
Crocodiles are living fossils that haven't changed their appearance much in millions of years.
temples hewed from the living rock.
Long believed to be extinct, the purple-bellied speckled turtle was sighted for the first time in living memory in a remote pasture near Chicago'.'.
He lives in LA, but he's staying here over the summer.
Use caution when working near live wires.
He'll be appearing live at the auditorium.
The post office will not ship live animals.
The concert was broadcast live by radio.
The station presented a live news program every evening.
I can't live in a world without you.
This night club has a live band on weekends.
Her memory lives in that song.
to live an idle or a useful life.
The air force practices dropping live bombs on the uninhabited island.
Tommy's blind was live, so he was given the option to raise.
2001: It was the layback, a casual declaration of civil disobedience in the pope's living room, our own aquatic limbo act. — Jason Borte, surfline.com.
... from Sonia classical perfect efficient you interesting Austrian guy living on ...
... has more bacteria living in our bodies than there are people on the planet. ...