Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
Oturma odamda geniş pencereler var.
- My living room has wide windows.
Oturma odası yemek odasına bitişiktir.
- The living room adjoins the dining room.
Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını biliyordu.
- Tom knew what Mary did for a living.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Şehirde yaşayan insanlar kır yaşantısının zevklerini bilmezler.
- People living in town don't know the pleasures of country life.
Parası için onunla evlendi ve onun sıradan yaşantısına katlanamadı.
- She married him for his money, and couldn’t put up with his plain way of living.
Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
- The number of the living was smaller than that of the dead.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Onlar geçinmeyi zor buldu.
- They found it difficult to earn a living.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- The statistics show that our standard of living is high.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
- The poor girl made a living by selling flowers.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum.
- I think my living with you has influenced your way of living.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.
Yaşam, yaşayanlara aittir ve yaşayan, değişim için hazırlanmalıdır.
- Life belongs to the living, and he who lives must be prepared for change.
Tom şehirde yaşamak için yeterli para kazanıyor mu?
- Does Tom earn enough money to live in the city?
Sakin bir ülkede yaşamak istiyorum.
- I would like to live in the quiet country.
O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
- It's a living being, so of course it shits.
Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
- I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
O, ne mutfakta ne de salonda.
- She is neither in the kitchen nor in the living room.
Ev halkı, aynı yaşam alanını ve parayı paylaşan bir gruptur.
- A household is a group that shares the same living space and finances.
Ortalama bir Amerikan yaşam alanı Japonya'daki yaşam alanının iki katı kadar büyüktür.
- The average American living space is twice as large as the living space in Japan.
Tüm canlılar bir gün ölür.
- All living things die some day.
Yeryüzündeki tüm canlılar karbon içerirler.
- All living things on Earth contain carbon.
Çocuk oturma odasında uyuyor.
- The boy sleeps in the living room.
Oturma odası yemek odasına bitişiktir.
- The living room adjoins the dining room.
Yeni yolun tepede yaşayan insanlara faydası olacaktır.
- The new road will benefit the people living in the hills.
Tom'un Boston'da yaşayan bir sürü arkadaşları var.
- Tom has many friends living in Boston.
She was living through her daughter.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Bazı işçiler geçinmeye yetecek ücret bile kazanmıyor.
- Some workers don't even earn a living wage.
Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
Kyoto'da yaşayan bir amcam var.
- I have an uncle who lives in Kyoto.
Kılıçla yaşayan kılıçla ölecek.
- He who lives by the sword shall die by the sword.
Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.
- Mike has a friend who lives in Chicago.
Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
- Please tell me where you will live.
Kazada çok sayıda canlı kayboldu.
- Many lives were lost in the accident.
Benimle Lady Gaga'nın bir canlı konserini seyretmeye gitmek isteyen biri varmı?
- Is there anybody who would like to go see a live concert of Lady Gaga with me?
Bugünkü parti gerçekten hareketliydi, değil mi?
- Today's party was really lively, wasn't it?
Dün gece hareketli bir partimiz vardı.
- We had a lively party last night.
Sarhoş bir TV sunucusu, canlı yayın esnasında istifra etti.
- A drunk TV presenter vomited during a live broadcast.
Bizi izlemeye devam edin. Canlı yayınımız kısa süre içinde geri dönecek.
- Stay tuned. Our live stream will return shortly.
Dan radyoda canlı çaldı.
- Dan played live on the radio.
Oturmak için bir yer arıyor.
- He is looking for a place to live.
Oturmak için bir yer arıyorum.
- I'm looking for a place to live.
Artık kıt kanaat geçinmek zorunda olmayacakları zamanı dört gözle bekliyorlardı.
- They looked forward to a time when they would no longer have to live from hand to mouth.
Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.
- Tom just barely earns enough to live on.
Bizim evin önceki sahipleri Liverpool'a taşındı.
- The previous owners of our house moved to Liverpool.
Liverpool için ücret nedir?
- What's the fare to Liverpool?
Tom ve Mary yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmek istediler.
- Tom and Mary wanted to spend the rest of their lives together.
O, hayat dolu bir genç adam.
- He is a lively young man.
O hayat dolu bir kız.
- She is a lively girl.
It is also pertinent to note that the current obvious decline in work on holarctic hepatics most surely reflects a current obsession with cataloging and with nomenclature of the organisms—as divorced from their study as living entities.
What do you do for a living?.
He almost beat the living daylights out of me.
Hunanese is a living language.
These living conditions are deplorable.
This is the living image of Fidel Castro.
plain living.
The coelacanth and the dawn redwood are living fossils.
Crocodiles are living fossils that haven't changed their appearance much in millions of years.
temples hewed from the living rock.
Long believed to be extinct, the purple-bellied speckled turtle was sighted for the first time in living memory in a remote pasture near Chicago'.'.
He lives in LA, but he's staying here over the summer.
Use caution when working near live wires.
He'll be appearing live at the auditorium.
The post office will not ship live animals.
The concert was broadcast live by radio.
The station presented a live news program every evening.
I can't live in a world without you.
This night club has a live band on weekends.
Her memory lives in that song.
to live an idle or a useful life.
The air force practices dropping live bombs on the uninhabited island.
Tommy's blind was live, so he was given the option to raise.
2001: It was the layback, a casual declaration of civil disobedience in the pope's living room, our own aquatic limbo act. — Jason Borte, surfline.com.
... This is your living room, by the way, of the future. You're going to be surrounded by ...
... as any other living thing on Earth. ...