Definition von hayat im Türkisch Englisch wörterbuch
- (isim) Life
Facebook, Twitter, YouTube and Blogger are threatening our life.
- Facebook, Twitter, YouTube ve Blogger hayatımızı tehdit ediyor.
Life is not an exact science, it is an art.
- Hayat kesin bir bilim değildir, bir sanattır.
- living
I'm tired of living this kind of life.
- Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
- Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- experience
It was one of the best experiences of my life.
- Hayatımın en iyi tecrübelerinden biriydi.
It was the greatest experience of my life.
- Bu benim hayatımın en büyük bir deneyimiydi.
- lifetime
Her dream of a lifetime finally came true.
- Hayatının rüyası sonunda gerçek oldu.
A scientist will read dozens of books in his lifetime, but still believe he has a lot more to learn.
- Bir bilim adamı hayatı boyunca düzinelerce kitap okuyacak, ama hala öğrenecek çok daha fazla şeyi olduğuna inanıyorum.
- movement
Tom has devoted his life to the anti-nuclear-energy movement.
- Tom, anti-nükleer enerji hareketine hayatını adadı.
Tom has devoted his life to the movement against nuclear energy.
- Tom nükleer enerjiye karşı hareket için hayatını adadı.
- (Biyoloji) latent life
- existence
Unless a nation's existence is in peril, war is murder.
- Bir ulusun hayatı tehlikede değilse, savaş cinayettir.
The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life.
- Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.
- patio
- liveliness
- lining
- prov. balcony
- vita
Health and vitality are important for long life.
- Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.
The elevators in a skyscraper are vital systems.
- Bir gökdelendeki asansörler hayati sistemlerdir.
- race
Tom had one big ambition in life. That was to become a race car driver.
- Tom'un hayatta büyük bir hırsı vardı. O bir yarış arabası sürücüsü olmaktı.
It was a race against the clock to save Fadil's life.
- Fadıl'ın hayatını kurtarmak için zamana karşı bir yarıştı.
- porch
- courtyard (of a house)
- heart's blood
- life; existence; living; liveliness, movement
- (Tıp) bio
- yard
- courtyard
- to life
It seems like it will take me a while to get accustomed to life here.
- Buradaki hayata alışmak biraz zamanımı alacak gibi görünüyor.
With the coming of spring, everything is gradually coming to life again.
- Baharın gelmesiyle birlikte her şey yavaş yavaş yeniden hayata dönüyor.
- (Anatomi) bios
- vitality
Health and vitality are important for long life.
- Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.
- hayat dolu
- vivacious
- hayat kurtarma
- rescue
- hayat tecrübesi kazandırmak
- sophisticate
- hayat vermek
- vitalize
- hayat arkadaşı
- husband
- hayat arkadaşı
- wife
- hayat arkadaşı
- fere
- hayat belirtisi
- signs of life
- hayat boyu öğrenme
- (Eğitim) life-long learning
- hayat bulmak
- enliven
- hayat bulmak
- strengthen
- hayat bulmak
- arouse
- hayat bulmak
- animate
- hayat bulmak
- invigorate
- hayat dolu
- vibrant
- hayat dolu olmak
- be full of beans
- hayat dolu olmak
- full of beans
- hayat dolu olmak
- be full of life
- hayat dolu olmak
- full of life
- hayat felsefesi
- life philosophy
- hayat felsefesi
- world view
- hayat felsefesi
- philosphy of life
- hayat felsefesi
- (Pisikoloji, Ruhbilim) idea of life
- hayat felsefesi
- a philosophy of life
- hayat görüşü
- world-view
- hayat iksiri
- elixir of life
- hayat kadını
- street walker
- hayat kurtaran
- life-saving
- hayat kurtaran
- life saver
- hayat kurtaran
- life saving
- hayat kurtarma
- life saving
- hayat kurtarmak
- save life
- hayat standardı
- (Ticaret) standard of life
- hayat süresi
- life time
- hayat tablosu
- (Ticaret) life table
- hayat tarzları
- lifestyles
- hayat tarzı
- life-style
- hayat verme
- vitalisation
- hayat vermek
- give life
- hayat vermek
- procreate
- hayat çok kısa
- life is too short
- hayat üstü kapalı
- veranda
- hayat-ı idame
- (Askeri) survival
- hayat dolu
- alive
The place was alive with creative young people.
- Yer yaratıcı genç insanlarla hayat doluydu.
- hayat güzeldir
- Life is beautiful
- hayat kavgası
- fight for life
- hayat memat
- life and death (used mostly for situations). "Hayat memat meselesi," "A life and death issue."
- hayat okulu
- school life
- hayat sigortası
- life insurance
- hayat standardı
- standard of living
- hayat standartı
- Life standard
- hayat vermek
- vivify
- hayat öpücüğü
- Kiss of life
- hayat adaletsiz
- life is unfair
- hayat adamı
- sophisticate
- hayat akışı
- life fluency
- hayat anüvitesi
- (Kanun) life annuity
- hayat arkadaşı
- spouse
- hayat arkadaşı
- partner
Tom doesn't have a partner.
- Tom'un bir hayat arkadaşı yok.
Mary's life partner is a man of few words.
- Mary'nin hayat arkadaşı az konuşan bir adamdır.
- hayat arkadaşı
- yokefellow
- hayat arkadaşı
- better half
Where's your better half?
- Senin hayat arkadaşın nerede?
- hayat arkadaşı
- goodwife
- hayat arkadaşı
- yokemate
- hayat arkadaşı
- spouse, wife, husband
- hayat ağacı
- tree of life
- hayat belirtisi
- sign of life
- hayat boyu kiracı
- (Ticaret) tenant for life
- hayat boyu yapılan iş
- life work
- hayat boyunca
- forthe life
- hayat bulma
- nascence
- hayat bulma
- nascensy
- hayat bulmak
- quicken
- hayat dersi vermek
- teach a life lesson
- hayat destek sistemi
- life support system
- hayat dolu
- exuberant
I was very exuberant.
- Ben çok hayat doluydum.
Tom is exuberant, isn't he?
- Tom hayat dolu, değil mi?
- hayat dolu
- as fresh as daisy
- hayat dolu
- live
He is a lively young man.
- O, hayat dolu bir genç adam.
She is a lively girl.
- O hayat dolu bir kız.
- hayat dolu
- animated
- hayat dolu
- vivid
- hayat dolu
- sprightly
- hayat dolu
- fresh
- hayat dolu
- animate
- hayat dolu
- vital
- hayat dolu
- alive and kicking
- hayat dolu
- dewy
- hayat dolu
- quick
- hayat dolu
- corky
- hayat dolu
- genial
- hayat dolu
- lively
She is a lively girl.
- O hayat dolu bir kız.
He is a lively young man.
- O, hayat dolu bir genç adam.
- hayat dolu
- full of life
He was a strong boy, full of life, before he was stricken with the plague.
- O, vebaya kapılmadan önce güçlü bir çocuktu, hayat doluydu.
He is full of life even though he is very old.
- O, çok yaşlı olsa bile hayat dolu.
- hayat dolu
- lively, full of beans, full of life
- hayat dolu olma
- corkiness
- hayat dolu olmak
- to be full of beans, to be full of life
- hayat doluluk
- animateness
- hayat felsefesi
- philosophy of life
- hayat geçirmek
- come to realize
- hayat hadiseleri
- life events
- hayat hikâyesi
- life story
- hayat kadını
- prostitute
- hayat karinesi
- (Kanun) presumption of life
- hayat kaynağı
- sap
- hayat kurtaran şey
- life saver
- hayat kurtarıcı şey
- life saver
- hayat memat meselesi
- a matter of life and death
- hayat mücadelesi
- rat race
- hayat mücadelesi vermek
- scramble for a living
- hayat okulu
- (deyim) school of hard knocks
- hayat pahalılığı
- high cost of living
- hayat pahalılığı göstergesi
- cost of living index
- hayat sahası
- living space
- hayat savaşı
- (Biyoloji) struggle for life
- hayat servisi
- (Ticaret) life department
- hayat seviyesi
- level of living
- hayat sigortası
- life assurance
- hayat sigortası poliçesi
- life insurance policy
- hayat sigortası yaptırmak
- assure one's life
- hayat standardı
- quality of life
- hayat standardı
- living standard, standard of living
- hayat sürdürmek
- spend life
- hayat sürmek
- lead a life
- hayat sürmek
- dwell
- hayat sürmek
- spend life
- hayat sürprizlerle doludur
- life holds many surprises
- hayat tecrübesi
- knowledge of life
- hayat tecrübesi
- savoir vivre
- hayat tehlikesi
- health risk
- hayat tehlikesi
- vital danger
- hayat uzunluğu
- length of life
- hayat veren
- refresher
- hayat veren kan
- lifeblood
- hayat verici
- exhilarant
- hayat verici
- exhilarative
- hayat verme
- vitalization
- hayat vermek
- regenerate
- hayat vermek
- refresh
- hayat vermek
- inspirit
- hayat vermek
- bring to life
- hayat yorgunu
- weary of life
- hayat çizgisi
- lifeline
- hayat çizgisi
- world-line
- hayat şartları
- living conditions
- hayat-ı idame kiti
- (Askeri) survival kit
- içtimai hayat
- Social life, public life
- cinsel hayat
- sexual life
- dini hayat
- religious life
- gerçek hayat
- real life
- hayatlar
- lives
Lincoln's parents remained poor all their lives.
- Lincoln'un ebeveynleri tüm hayatları boyunca fakir kaldılar.
They expressed satisfaction with their lives.
- Hayatlarından memnun olduklarını ifade ettiler.
- işte hayat böyle!
- that's life
- yaşamak (hayat)
- live
- zor hayat
- hard life
- hayat boyu
- lifelong
Going to Boston was Tom's lifelong dream.
- Boston'a gitmek Tom'un hayat boyu rüyasıydı.
- hayat dolu
- full of beans
- can yoldaşı, hayat arkadaşı
- dear companion, life partner
- hayat devam ediyor
- life goes on
Death is a sad matter, but life goes on.
- Ölüm üzücü bir konu ama hayat devam ediyor.
- n iksiri hayat; abihayat; bengisu
- the elixir of life; abihayat; bengisu
- ölümden sonraki hayat
- Afterlife
- ömür, hayat
- life, life
- hayat dolu
- frolic
- hayat vermek
- recreate
- hayat vermek
- animate