işsiz

listen to the pronunciation of işsiz
Türkisch - Englisch
(Hukuk) unemployed

Tom has been unemployed for the past three months. - Tom son üç aydır işsiz.

The number of unemployed college graduates amounts to more than 4000. - İşsiz üniversite mezunlarının sayısı 4000 den fazladır

jobless

The number of jobless is at an all time high. - İşsiz sayısı tüm zamanların en yükseğindedir.

The jobless rate in Japan was 3.4 percent in September 2015. - Japonya'da işsizlik oranı Eylül 2015'te yüzde 3.4 idi.

off the job
loafer
idler
without occupation
runabout
unemployed, out of work
out of work

My husband is out of work and looking for a job. - Kocam işsiz ve bir iş arıyor.

Three million people were out of work. - Üç milyon kişi işsizdi.

unemployed, out of work; unemployed person, person out of work
unoccupied
workless
leisure
swagger
(Ticaret) redundant
yield
unemployed person
end
jobless person
person out of work
idle
otiose
out-of-work
offthejob
vacuous
{i} occupation

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

business

Yuriko is planning to move into the furniture business. - Yuriko, mobilya işine taşınmayı planlıyor.

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

job

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

işsiz güçsüz
at an end
işsiz güçsüz
idled
işsiz güçsüz
idle
işsiz güçsüz dolaşmak
gallivant around
işsiz güçsüz idle
with nothing to do
işsiz kalmak
be vacated
işsiz olmak
to be out of work
affair

He has no connection with this affair. - Onun bu işle ile hiçbir bağlantısı yoktur.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

{i} cause

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

{i} shop

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

işsizler
{i} jobless
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

{i} show

A survey shows that many businessmen skip lunch. - Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

{i} piece

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

working

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

(Ticaret) shirking
trouble

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

line

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

errand

Tom often runs errands for Mary. - Tom sık sık Mary'nin ayak işlerini yapar.

She is out on an errand. - O bir iş için dışarı gitti.

project

He had a lot to do with that project. - O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
işsizler
unemployed
serbest işsiz
at liberty
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Jack of all trades, master of none. - Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.

deal

I have a great deal to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

post

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

commission
operation

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

occupational
concern

Don't interfere in private concerns. - Özel işlere karışmayın.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

transaction

The businessman didn't dare withdraw from the transaction. - İş adamı işlemden çekilmeye cesaret etmedi.

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

Deeds are better than words. - İşler sözlerden daha iyidir.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

matter

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

Tom is scrupulous in matters of business. - Tom iş meselelerinde vicdanlıdır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

biz
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
İşsiz
out of job

How long has John been out of job?.

grev nedeniyle işsiz kalmak
(Ticaret) be unemployed due to a strike
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

things to do

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

Tom wanted to go, but he had lots of things to do. - Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

The handyman was supposed to arrive at twelve noon, but got stuck in a traffic jam for a few hours. - İşçinin öğle on ikide gelmesi bekleniyordu fakat birkaç saattir bir trafik sıkışıklığında sıkıştı.

load

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

incumbency
piece of work

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işsizler
the unemployed
Türkisch - Türkisch
İşi olmayan: "Ben kendimi faydalı bir adam farz ettiğim hâlde, sen kendini niçin işsiz ve tufeyli sayıyorsun?"- K. Tahir
İşi olmayan
boş
farik
işsiz güçsüz
Yapacak hiçbir işi olmayan veya iş tutmayan
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB
İşsiz
(Osmanlı Dönemi) BATTAL
işsiz
Favoriten