I hope things have been going well for you.
- Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.
So far as he was concerned, things were going well.
- Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.
Someone's put a spanner in the works.
- Birisi işleri baltaladı.
I got control of the works.
- Ben işlerin kontrolünü aldım.
We should draw the line between public and private affairs.
- Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.
Don't meddle in his affairs.
- Onun işlerine karışmayın.
Things didn't go as planned.
- İşler planlandığı gibi gitmedi.
Things did not go as intended.
- İşler planlandığı gibi gitmedi.
Many students are looking for part-time jobs.
- Çok sayıda öğrenci yarı zamanlı işler arıyor.
Soldiers began to come home and find peacetime jobs.
- Askerler eve gelmeye barış zamanı işlerini bulmaya başladılar.
Gaziantep was freed from the French occupation in 1921.
- Gaziantep, 1921'de Fransız işgalinden kurtarıldı.
My brother has no occupation now.
- Erkek kardeşimin şu anda işi yok.
The export business isn't doing well.
- İhracat işi iyi yapılmıyor.
In North America, business operates on the customer is always right principle.
- Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.
She decided to quit her job.
- İşinden ayrılmaya karar verdi.
You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.
- Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.
He is my working mate.
- O benim iş arkadaşımdır.
After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop.
- Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.
I have no intention of meddling in your affairs.
- İşlerine karışmaya niyetim yok.
You have no right to interfere in other people's affairs.
- Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.
I have a lot of assignments to do today.
- Bugün yapacak çok işim var.
I couldn't finish my assignments.
- İşlerimi bitiremedim.
Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
- Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
They are crying to the government to find employment for them.
- Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.
Tom causes me a lot of extra work.
- Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.
All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes.
- Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.
I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping.
- Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.
Local shops do good business with tourists.
- Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.
Here is your appointment card.
- İşte, randevu kartınız.
I canceled my appointment because of urgent business.
- Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.
Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks.
- Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.
I cooperated with him in the task.
- Görevde onunla işbirliği yaptım.
The soul of commerce is upright dealing.
- Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
Many small business owners belong to a chamber of commerce.
- Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.
Tom abandoned the mission and quit his job.
- Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.
I have a mission to accomplish.
- Yapacak bir işim var.
Illness prevented him from doing his work.
- Hastalık onun işini yapmasını engelledi.
You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.
- Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.
She has a gigantic appetite.
- Onun devasa bir iştahı vardır.
Memory is an essential function of our brain.
- Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.
What did they add this needless function for?
- Bu gereksiz işlevi ne için eklediler?
A survey shows that many businessmen skip lunch.
- Bir araştırma birçok iş adamının öğle yemeğini atladığını göstermektedir.
She shows no zeal for her work.
- O, işi için hiç gayret göstermedi.
Here's a piece of candy.
- İşte bir parça şeker.
Here's a piece of paper.
- İşte bir parça kağıt.
If you really need a job, why don't you consider working for Tom?
- Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?
I'm ready to start working whenever you are.
- Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.
It was dark, so Tom had trouble reading the street sign.
- Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.
Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would.
- Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.
We should draw the line between public and private affairs.
- Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.
If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children.
- Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.
He is holding up her work.
- O onun işini engelliyor.
Tom was unable to hold a job or live by himself.
- Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.
We saw laborers blasting rocks.
- Kayaları patlatan işçiler gördük.
They will organize a labor union.
- Bir işçi sendikası düzenleyecekler.
I have an errand to do in town.
- Kasabada yapacak bir işim var.
The boy often runs errands.
- Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.
He had a lot to do with that project.
- O proje ile ilgili yapacak çok işi vardı.
Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project.
- Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.
In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter.
- Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.
Jack of all trades, master of none.
- Elinden her iş gelir ama hiç birinde uzman değil.
I have a great deal to do.
- Yapacak çok işim var.
I have a great deal to do tonight.
- Bu gece yapacak çok işim var.
Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
- Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
This company has many business dealings abroad.
- Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
We always walk by the post office on the way to work.
- Biz her zaman işe giderken postaneye yakın yürürüz.
When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time.
- İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.
I have a few questions about Tom's operation.
- Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.
The US Department of Agriculture established seven new “regional climate hubs” to help farmers and ranchers adapt their operations to a changing climate.
- ABD Tarım Bakanlığı çiftçilerin ve çiftlik sahiplerinin işletmelerini değişen iklime uyarlamalarına yardımcı olmak için yedi yeni bölgesel iklim merkezi kurdu.
So far as he was concerned, things were going well.
- Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.
Hans Bethe won the 1967 Nobel Prize in Physics for his work concerning energy production in stars.
- Hans Bethe 1967'de yıldızlarda enerji üretimi hakkındaki işi için fizik nobel ödülünü kazandı.
He has a good position in a government office.
- Hükümet konağında iyi bir işi var.
He occupies a prominent position in the firm.
- O, firmada önemli bir konumu işgal eder.
This situation would suit Tom.
- Bu durum Tom'un işine gelir.
I've got a situation to deal with.
- İlgilenecek bir işim var.
I have to close this transaction within a week.
- Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.
Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure.
- Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.
It's your duty to finish the job.
- İşi bitirmek sizin göreviniz.
Your duty is to save your country from a foreign invasion.
- Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.
Computers have invaded every field.
- Bilgisayarlar her yeri işgal etti.
You have to turn words into deeds.
- Sözleri işlere çevirmek zorundasın.
Desperate needs lead to desperate deeds.
- Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.
Actions speak louder than words.
- Söze bakılmaz, işe bakılır.
And with that we finish the activities for today.
- Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.
Actions speak louder than words.
- Söze bakılmaz, işe bakılır.
The invasion of other countries is a shameful action.
- Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.
The only thing that matters is whether or not you can do the job.
- Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.
Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard.
- Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.
This seems to be a busy place.
- Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.
This seems to be a pretty busy place.
- Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.
Tom is showing no signs of brain activity.
- Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.
Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity.
- Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.
I don't like my wife calling me at work.
- Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.
I'm calling in sick tomorrow.
- Yarın işten hastalık izni alıyorum.
Regulations protect workers.
- Düzenlemeler işçileri korur.
There need to be new regulations for export businesses.
- İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.
The soul of commerce is upright dealing.
- Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
This company has many business dealings abroad.
- Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
Layla did a professional job.
- Leyla profesyonel bir iş yaptı.
Tom did a professional job.
- Tom profesyonel bir iş çıkardı.
This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen.
- Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.
I have an important business to attend to in my office.
- Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.
He has a good position in a government office.
- Hükümet konağında iyi bir işi var.
He has always associated with large enterprises.
- O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.
The success of the enterprise astonished everybody.
- İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.
May I be of further service?
- Bir işe yarayabilir miyim?
In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector.
- Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.
I've got better things to do than to sit here listening to your gossip.
- Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.
Tom wanted to go, but he had lots of things to do.
- Tom gitmek istedi fakat yapacak çok işi vardı.
We must pay attention to traffic signals.
- Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.
My father was late for work this morning because of a traffic jam.
- Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.
Here comes another bus load of tourists.
- İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.
I have loads of things to do.
- Yapacak bir sürü işim var.
He's a real piece of work.
- O, işin gerçek bir parçası.
You really are a piece of work.
- Sen gerçekten işin bir parçasısın.
He works best at this job.
- O, eniyi bu işi yapar.
Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard.
- Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.
They became acquainted with the routine.
- Sıradan işlerle tanıştılar.
İşlemeyen demir pas tutar.
- İşleyen demir paslanmaz.