çok(mek)

listen to the pronunciation of çok(mek)
Türkisch - Englisch

Definition von çok(mek) im Türkisch Englisch wörterbuch

çok yönlü
versatile

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

Potatoes are very versatile. - Patatesler çok yönlüdür.

çok
much

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

çok önemli
(Hukuk) crucial

The timing will be crucial. - Zamanlama çok önemli olacak.

Sunday's match will be crucial. - Pazar günkü maç çok önemli olacak.

çok fazla
too much

It is dangerous to drink too much. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

çok korkutmak
terrify
çok önemli
vital

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

çok
many

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

There were too many people at the concert. - Konserde çok fazla kişi vardı.

çok
very

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

çok komik
very funny

That was very funny. Do it again! - Bu çok komikti. Tekrar yap!

What you said was very funny. - Söylediğin çok komikti.

pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

en çok
most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Football is the most known sport in the world. - Futbol, dünyada en çok bilinen spordur.

az çok
more or less

I understand it more or less. - Bunu az çok anlıyorum.

Tom was able to live a more or less normal life after the operation. - Tom operasyondan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.

çok istemek
crave
çok
fair

The teacher was very fair when she marked our exams. - Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.

Tom has a very fair complexion and burns easily in the sun. - Tom'un çok açık bir teni var ve güneşte kolayca yanar.

çok
good

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

çok
abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

çok
plenty

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

çok
abounding
çok
helluva
çok
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

çok
lots of

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

We had lots of fun at the picnic. - Biz piknikte çok eğlendik.

çok
countless

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

çok
numerous

Numerous stars were visible in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu.

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

çok
piping
çok
dead

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

çok
hearty
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
plenteous
çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok az
slightly

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

He came to repent before long. - O, çok geçmeden tövbe etti.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
(Gıda) very bad

She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood. - O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.

She felt very bad that day. - O, o gün çok kötü hissetti.

çok kötü
terrible

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

She looked terrible at that time. - O zaman çok kötü görünüyordu.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
çok
lot

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

çok
heavy

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

çok
like hell
çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
hell of
çok
big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

çok
badly

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
(Denizbilim) multy
çok
a raft of
çok
multiple

One gesture may have multiple meanings, while a single meaning can be expressed by a number of gestures. - Bir tek anlam çok sayıda jestlerle ifade edilebilirken, bir jest birden fazla anlamlara sahip olabilir.

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

çok
profoundly
çok
round

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

Their garden is full of very beautiful flowers all the year round. - Onların bahçesi tüm yıl boyunca çok güzel çiçeklerle dolu.

çok
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

çok
manifold
çok
uncommonly
çok
bounteous
çok
so
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

The pain you go through because of love is by far sweeter than any other pleasure. - Aşktan dolayı katlandığın acı herhangi bir zevkten çok daha tatlıdır.

çok
numerously
çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

çok
a good deal

It snowed a good deal last night. - Dün gece çok kar yağdı.

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a great many

A great many tourists visit Kyoto in spring. - Baharda pek çok turist Kyoto'yu ziyaret eder.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
extreme

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

çok
whaling
çok
exceedingly
çok
high

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

çok
a great number of

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
teem
çok
far

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

To take something too far. - Bir şey alamayacak kadar çok uzak.

çok
extremely

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

çok
several

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

Mary has received several prizes for her poetry. - Mary şiiri için çok sayıda ödül aldı.

çok
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
infinitely

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
unduly
çok
horrible

Their performance that year was horrible. - Bu yılki performansları çok berbattı.

This medicine tastes horrible. - Bu ilacın tadı çok kötü.

çok
along with a lot
çok
thick on the ground
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

çok
multi-

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

çok
eminently
çok
most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

çok
right

Tom appears to be too tired to tackle that problem right now. - Tom, şimdi o sorunu çözemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

çok
per-
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
too late

It is too late to repent. - Tövbe etmek için çok geç.

It's too late to shut the barn door after the horse is stolen. - At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapatmak için çok geç.

çok geç
at all hours
çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
magical

This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead. - Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.

çok güzel
(Argo) cool

It would be so cool if I could speak ten languages! - On dil konuşabilsem, çok güzel olur!

This website is so cool. - Bu web sitesi çok güzel.

çok güzel
inspired
çok güzel
scrumptious
çok güzel
spiffing
çok güzel
fabulous
çok güzel
how about that?
çok güzel
divine
çok güzel
ethel
çok güzel
(Argo) going off
çok güzel
super
çok güzel
that's great
çok güzel
slashing
çok güzel
adorable

She is an adorable woman. - O çok güzel bir kadın.

Aren't they adorable? - Onlar çok güzel değil mi?

çok güzel
fine as a fiddle
çok güzel
very good

It didn't taste very good. - Tadı çok güzel değildi.

Your handwriting is very good. - Senin el yazın çok güzel.

çok güzel
very beautiful

Do you think that brown hair is very beautiful? - Kahverengi saçın çok güzel olduğunu düşünüyor musun?

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden görüldüğünde,ada çok güzeldi.

çok güzel
peachy
çok güzel
admirable
çok güzel
spiffy
çok güzel
(Konuşma Dili) a heaven on earth
çok güzel
terrific
çok güçlü
steel
çok güçlü
concentrated
çok güçlü
high-powered
çok güçlü
concerted

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

çok güçlü
high-power
çok güçlü
all powerful
çok hafif (sesle)
(Muzik) pianissimo
çok ilginç
how about that?
çok ilginç
fascinating

This is a fascinating article. - Bu çok ilginç bir makale.

çok iğneli olta takımı
otter
çok korkunç
monstrous
çok kötü
bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

çok kötü
diabolical
çok kötü
atrocious
çok kötü
execrable
çok kötü
how about that?
çok kötü
unmentionable
çok kötü
miserable

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

çok kötü
egregious
çok kötü
unspeakable
çok kötü
vicious
çok kötü
abominable
çok kötü
evil

There is much evil in the world. - Dünyada çok kötülük var.

Some people are evil. - Bazı insanlar çok kötüdür.

çok kötü
ghastly
çok kötü
criminal
çok kötü
deplorable

The road is in a deplorable state. - Yol çok kötü durumda.

çok kötü
sad
çok kötü
awfully
çok kötü
wretched
çok kötü
nefarious
çok kötü
abysmal
çok küçük
fractional
çok küçük
diminutive
çok küçük
(Tıp) nano-
çok küçük
smallest

Moncalvo is the smallest Italian city. - Moncalvo çok küçük bir İtalyan şehridir.

çok küçük
tiny
çok küçük
x-small
çok küçük
wee
çok sayıda tür
(Bilgisayar) multiple types
çok soğuk (mevsim/hava)
hard
çok taraflı
(Hukuk) multilateral
çok uzun süre
aeon
çok yük
(Bilgisayar) high load
çok yüksek
(Askeri) very high

The price of this car is very high. - Bu arabanın fiyatı çok yüksek.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

çok yüksek
(Ticaret) exorbitant
çok zaman önce
a long time ago
çok çekici
tempting

I have to admit it's very tempting. - Onun çok çekici olduğunu kabul etmeliyim.

çok çirkin
hideous
çok önce
long before
çok önem taşımak
be of capital importance
çok önemli
fateful
çok önemli
critical
çok önemli
a matter of life and death
çok önemli
a matter of life or death
çok önemli
red-letter
çok önemli
considerable
çok önemli
sacrosanct
çok önemli
big deal

I thought this wasn't a big deal. - Bunun çok önemli olmadığını düşündüm.

It's a very big deal. - Bu çok önemli bir konu.

çok önemli
all-important
çok özür dilerim
i'm so sorry
çok üzgün
sick at heart
çok üzücü
heartbreaking
çok üzücü ve acıklı
tragic
çok üzülmek
deplore
çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok
more

The more you know about him, the more you like him. - Onu tanıdıkça daha çok seversin.

We eat more processed food than natural food. - Doğal gıdalardan çok işlenmiş gıdalar yiyoruz.

çok sevinme
joy
çok daha
a great deal
çok sayı
dozen

I have a dozen reports to read. - Okuyacak çok sayıda raporum var.

Tom gave me a dozen cookies in a plastic bag. - Tom bana plastik bir torba içinde çok sayıda kurabiye verdi.

Türkisch - Türkisch

Definition von çok(mek) im Türkisch Türkisch wörterbuch

çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
Englisch - Türkisch

Definition von çok(mek) im Englisch Türkisch wörterbuch

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok(mek)
Favoriten