The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
It took a whole day to paint the picture.
- Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
All is completed with this.
- Hepsi bununla tamamlandı.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
I worked for a full 24 hours without getting any sleep.
- Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
The man was a total stranger.
- Adam tam bir yabancıydı.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Please tell me the correct time.
- Lütfen bana tam saati söyle.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
It sounds exactly like Tom.
- O tam Tom'a benziyor.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
Can you fix the flat tire now?
- Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?
He is every bit a gentleman.
- O, tam bir beyefendi.
Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when.
- Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.
Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her.
- Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.
My grandfather owned a car just like this.
- Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Our teacher is a gentleman in the true sense of the word.
- Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work.
- Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
What you said is absolute nonsense.
- Dediğin şey tamamen saçmalıktır.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
The meeting will start at four o'clock sharp.
- Toplantı tam dörtte başlayacak.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
Come here at precisely six o'clock.
- Tam altıda buraya gel.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
My interest in politics is strictly academic.
- Siyasete ilgim tamamen akademik.
They finished eighty miles' journey.
- Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.
Have you finished the papers?
- Belgeleri tamamladın mı?
I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
Ted is good at repairing watches.
- Ted saatleri tamir etmede iyidir.
He, just like you, is a good golfer.
- O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.
He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized.
- O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.
He arrived just as I was leaving home.
- O, tam ben evden ayrılırken geldi.
Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me.
- Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.
The events unfolded just as she predicted.
- Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
I found the very thing you had been looking for.
- Tam aradığın şeyi buldum.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
They accomplished their task without any difficulty.
- Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there?
- Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
I will only buy the car if they repair the brakes first.
- Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.
I am going to have my watch repaired by John.
- Saatimi John'a tamir ettireceğim.
Who should I call to fix my plumbing?
- Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?
The plumber used many tools to fix our sink.
- Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.