There is nothing like a glass of beer after a whole day's work.
- Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.
The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
All is completed with this.
- Hepsi bununla tamamlandı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
I worked for a full 24 hours without getting any sleep.
- Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes.
- Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.
Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.
- Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.
The store is just across from the theater.
- Dükkan tiyatronun tam karşısında.
This seems entirely accurate.
- Bu tamamen doğru gibi görünüyor.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
Tom is perfectly satisfied with his current salary.
- Tom şu anki aylığından tamamen memnun.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
We're going out for dumplings in the evening, all right?
- Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
My house is fully insured.
- Evim tam sigortalıdır.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
Due to recent events, it is completely impossible for me to focus on my work.
- Son zamanlardaki olaylar sebebiyle, kendimi işime vermem tamamen imkansız.
Please tell me the correct time.
- Lütfen bana tam saati söyle.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
You won't be let down if you read the entire book.
- Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.
The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper.
- Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.
This is the very place that I have long wanted to visit.
- Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.
The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary.
- Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty.
- Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
I don't think that's quite true.
- Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there?
- Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?
I have absolute trust in you.
- Benim sana tam güvenim var.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
I was literally stunned by what I saw.
- Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
It isn't totally exact.
- O tamamen kesin değildir.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
We were thoroughly satisfied with his work.
- Onun işinden tamamen tatmin olduk.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
It sounds exactly like Tom.
- O tam Tom'a benziyor.
Could you please fix this flat tire?
- Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?
I offered to fix Tom's flat tire.
- Tom'un patlak tekerini tamir etmeyi önerdim.
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
I don't quite know how it happened.
- Onun nasıl olduğunu tam olarak bilmiyorum.
I don't quite understand what you are saying.
- Söylediğini tam olarak anlamıyorum.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
-I think police officers earn £32,000 and teachers earn £36,000 a year.
Well, I'd say the other way round. 32 for the teacher and 36 for the police officer. (Headway Intermediate).
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
I'm not completely prepared for this.
- Bunun için tam olarak hazır değilim.
Tom wasn't completely happy with the settlement.
- Tom yerleşimden tam olarak mutlu değildi.
War doesn't bring on peace; on the contrary, it brings pains and grief on both sides.
- Savaş, barış getirmez. Tam tersine, o acı ve keder getirir.
He's not lazy. On the contrary, I think he's a hard worker.
- O tembel değildir, tam tersine sıkı çalışan biri olduğunu düşünüyorum.
I'm totally and completely in love with you.
- Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
Tom is still not fully aware of what has happened.
- Tom hâlâ ne olduğunun tam olarak farkında değil.
In order to fully understand how a word is used, it needs to be used in many different contexts.
- Bir kelimenin nasıl kullanıldığını tam olarak anlamak için, onun birçok farklı içeriklerde kullanılması gerekir.
This dress fits me perfectly.
- Bu elbise bana tam olarak uyuyor.
I remember last night perfectly.
- Dün geceyi tam olarak hatırlıyorum.
It takes literally a minute to make the sauce.
- Sos yapmak tam olarak bir dakika sürer.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
Tom knew precisely how Mary felt.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyordu.
I know precisely what you are feeling.
- Ne hissettiğini tam olarak biliyorum.
I just adore your new hat.
- Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
Tom's oldest son looks just like him.
- Tom'un en büyük oğlu, tam anlamıyla kendisine benziyor.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
Well, that's not quite true.
- Şey, bu tam olarak doğru değil.
Tom knew right where he was going.
- Tom nereye gittiğini tam olarak biliyordu.
Tom is exactly right.
- Tom tam olarak haklı.
Tom told me just the opposite.
- Tom bana tam tersini söylemişti.
You say one thing and then act just the opposite.
- Bir şey söylüyorsun ve sonra tam tersini yapıyorsun.