He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
Sally didn't exactly agree with Bill, but she supported him.
- Sally, Bill'le tamamen aynı fikirde değildi ama onu destekledi.
You and Tom are exactly the same.
- Sen ve Tom tamamen aynısınız.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Tom is about through here.
- Tom neredeyse tamamen burada.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
Tom still hasn't quite learned the rules of the game.
- Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
Tom was utterly humiliated.
- Tom tamamen aşağılanmıştı.
Oh? You stopped altogether?
- Oh? Tamamen durdurdun mu?
His speech was not altogether bad.
- Onun konuşması tamamen kötü değildi.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
I'm sorry, today is fully booked.
- Üzgünüm, bugün tamamen ayrılmış.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
Her words were wholly void of meaning.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
The company, wholly owned by NTT, is doing well.
- Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
That's a whole different matter.
- Bu tamamen farklı bir mesele.
On the whole I agree with you.
- Sana tamamen katılıyorum.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
- Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
It was pure accident that I came to know her.
- Onu tanımam tamamen tesadüftü.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
Tom was totally wasted.
- Tom tamamen heder olmuş.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
All the cherry trees in the park are in full bloom.
- Parktaki tüm kiraz ağaçları tamamen çiçek açmış.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
Tom remained wide awake the whole night.
- Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
It's already 3 a.m., but I'm wide awake and couldn't fall asleep if I tried.
- Saat sabahın üçü fakat ben tamamen uyanığım ve çabalasamda uyuyamadım.
I am not wholly convinced that you are right.
- Haklı olduğuna tamamen ikna olmadım.
It's better to be approximately right than completely wrong.
- Tamamen yanlış olmasındansa üç aşağı beş yukarı doğru olması daha iyidir.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
- Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
I spent Saturday afternoon watching entirely too much TV.
- Cumartesi öğleden sonrayı tamamen çok fazla TV izleyerek geçirdim.
I only found out about it purely by accident.
- Ben onun hakkında tamamen tesadüfen öğrendim.
He met Sam purely by chance.
- O, tamamen şans eseri Sam ile karşılaştı.
Tom was all worn out.
- Tom tamamen bitkindi.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
I refused absolutely.
- Tamamen reddediyorum.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
Tom cleaned the garage all by himself.
- Tom garajı tamamen tek başına temizledi.
I resolved to break up with her cleanly.
- Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
The law is perfectly clear.
- Yasa tamamen açıktır.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
Tom is well aware of the problem.
- Tom sorunun tamamen farkındadır.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Tom finished off the ice cream that was in the freezer.
- Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.
Tom couldn't completely rule out the possibility that he might be laid off from work.
- Tom işten çıkarılabileceği ihtimalini tamamen göz ardı edmedi.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.