Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
- We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
- However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
- I could hardly make out what she said.
Tom meramını zorla anlatabildi.
- Tom could hardly make himself understood.
Sizin fikirleriniz hemen hemen hiç pratik değil.
- Your ideas are hardly practical.
Ben onu hemen hemen hiç anlayamadım.
- I could hardly understand him.
Bar öyle kalabalıktı ki, zorlukla hareket ediliyordu.
- The bar was so crowded you could hardly move.
Onun ne kadar önemli olduğunu zorlukla fark ediyoruz.
- We hardly realize how important it is.
Güç bela okula varmıştım ki zil çaldı.
- I had hardly reached the school when the bell rang.
Tom bütün gün güç bela bir söz söyledi.
- Tom hardly said a word all day.
Tom nadiren soru sorar.
- Tom hardly ever asks questions.
Ne yazık ki neredeyse hiç Almanca konuşamıyorum.
- Unfortunately I hardly speak any German.
O, neredeyse hiç kimya çalışmaz.
- He hardly studies chemistry.
Yanımda neredeyse hiç param yok.
- I have hardly any money with me.
Ne yazık ki neredeyse hiç Almanca konuşamıyorum.
- Unfortunately I hardly speak any German.
Tom hemen hemen hiç radyo dinlemez.
- Tom hardly ever listens to the radio.
Hemen hemen hiç yağmur yağmıyor.
- It's hardly raining at all.
10:00 sonra Tom hemen hemen hiç çalışmaz.
- Tom hardly ever studies after 10:00 p.m.
Hemen hemen hiç yağmur yağmıyor.
- It's hardly raining at all.
Gülmemek için kendimi zor tuttum.
- I could hardly keep from laughing.
Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
- I could hardly make out what she said.
Parkta oynayamayacakları kadar rüzgar çok sert esti.
- The wind blew too hard for them to play in the park.
Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
- The book is available in both hard and soft-cover versions.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Yumurtamı katı kaynat lütfen.
- Boil my eggs hard, please.
Tom Mary'ye karşı katıydı.
- Tom was hard on Mary.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Yabancı dil öğrenmek zordur.
- It's hard to learn a foreign language.
Yanımda neredeyse hiç param yok.
- I have hardly any money with me.
Neredeyse hiç param kalmadı.
- I have hardly any money left.
Köpeğimi hemen hemen hiç yürüyüşe götürmem.
- I hardly ever take my dog for a walk.
Artık hemen hemen hiç nakit kullanmıyorum.
- I hardly ever use cash anymore.
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Tom'a karşı sağlam delilimiz yok.
- We have no hard evidence against Tom.
Onun erkek kardeşi çok çalışır.
- His brother studies very hard.
Erkek kardeşim çok sıkı çalışıyormuş gibi davrandı.
- My brother pretended to be working very hard.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Zaman bulmanın zor olduğunu biliyorum, ancak önümüzdeki Pazartesi gününden önce benim için bunu düzeltebilir misin?
- I know it's hard to find the time, but could you proofread this for me before next Monday?
Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
- However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
Yoğun sis nedeniyle, sokağı görmek zordu.
- Because of the thick fog, the street was hard to see.
Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.
- We were late for school because it was raining hard.
Hayatta birçok zorluklara katlanmak zorundasın.
- You have to endure a lot of hardships in life.
Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
- But for your help I could not have got over the hardship.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- If she studied hard, she could pass the exam.
Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
- Study as hard as you can.
I can hardly hear you on my iPhone could you please SPEAK UP - iPhonumda seni duymakta zorlanıyorum lütfen yüksek sesle konuşurmusun.
O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
- He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu.
- It was raining good and hard.
Dün şiddetli yağmur yağdı.
- It rained hard yesterday.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
- Life is getting hard these days.
Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
- Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.
- You are working too hard. Take it easy for a while.
Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.
Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- Tom could hardly stand the pain.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
- He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
I can't really deal hardly with people.
He made his way hardly through the enemies to the castle.
I think the Beatles are a really overrated band. ― Hardly!.
Let him hardly be possest with an honest curiositie to search out the nature and causes of all things .
It is hardly possible he could lose the election.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... TEDDY, YOU'VE HARDLY TOUCHED YOUR LIVER AND ONIONS. ...
... I WOULD HARDLY CALL IT LIVING, FELLA. ...