sağlam

listen to the pronunciation of sağlam
Türkisch - Englisch
(Hukuk) durable
{s} sturdy

Take this chair. It's sturdy. - Bu sandalyeyi al. O sağlam.

This kind of cloth is both cheap and sturdy. - Bu tür kumaş hem ucuz hem de sağlam.

{s} solid

The bureaucrats maintain solid ties with the gigantic corporations. - Bürokratlar dev şirketler ile sağlam bağları sürdürürler.

This bed looks solid. - Bu yatak sağlam gözüküyor.

steady

This bridge looks steady. - Bu köprü sağlam görünüyor.

Is this ladder steady enough? - Bu merdiven yeterince sağlam mı?

sound

All his teeth were sound. - Onun bütün dişleri sağlamdı.

This is quite sound from a scientific aspect. - Bu, bilimsel açıdan son derece sağlam.

sound; healthy; strong, robust, sturdy; trustworthy, reliable, sure, safe, solid, staunch; solid, firm, durable, substantial, hardwearing; all right, in good order/condition; whole, undamaged
hard

They tried very hard to gain an advantage over one another. - Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.

Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring. - Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.

valid
strong, sound, secure; well-built, well-made; in good condition, undamaged
gilt edged
able-bodied
bankable
healthy
consolidated
cast iron

Tom has a cast iron stomach. He can eat just about anything. - Tom'un sağlam bir midesi var. İstediği şeyi yiyebiliyor.

whole
secured
foursquare
secure

Secure your own mask before helping others. - Diğerlerine yardım etmeden önce kendi maskeni sağlamlaştır.

All you have to do to secure a seat is to wait in line. - Bir koltuğu sağlama almak için yapman gereken bütün şey sırada beklemektir.

granitic
healthy, strong
calculable
granite
trustworthy, reliable, dependable
flat footed
dyed in grain
hale
(Konuşma Dili) most certainly, without a doubt
strong

Cardboard is stronger than paper. - Karton, kağıttan daha sağlamdır.

The barn was small, but it was strong. - Ahır küçüktü ama sağlamdı.

fast
safe

Tom returned safe and sound. - Tom güvenli ve sağlam döndü.

We must put safety before anything else. - Güvenliği başka her şeyden önce sağlamalıyız.

bouncing
sure

I made sure no one was following me. - Beni kimsenin izlemediğini sağlama bağladım.

I'll do everything within my power to make sure your children are safe. - Senin çocuklarının güvende olmalarını sağlamak için gücüm dahilinde her şeyi yapacağım.

foolproof
good

He's good at fund raising. - O, fon sağlamada iyidir.

Don't worry. I'm sure there's a good reason why Tom isn't here yet. - Endişelenme. Eminim, Tom'un henüz burada olmamasının sağlam bir nedeni var.

firm

Her belief in God is very firm. - Onun Allah'a inancı çok sağlam.

He is a man of firm character. - O, sağlam karakterli bir adamdır.

{s} tough

He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator. - Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.

{s} stereo
{s} stable

Sami worked very hard to provide a stable environment for his children. - Sami, çocukları için istikrarlı bir ortam sağlamak için çok sıkı çalıştı.

{s} invulnerable
single
thriving
(Jeoloji) competent
surefire
four
heil
all right
respectable
in one piece
unshakeable
immaculate
{s} rugged
stout
staunch

Emmanuel Macron is a staunch defender of the European Union. - Emmanuel Macron, Avrupa Birliğinin sağlam bir savunucusudur.

I am a staunch supporter of linguistic purism. - Ben dilsel sadeliğin sağlam bir destekçisiyim.

unhurt
resolute
steely
long-wearing
unshaken
unflinching
hardwearing
{s} responsible
lasting
roadworthy
doughty
substantial
right
undamaged
robust

He has a robust constitution. - Onun sağlam bir yapısı var.

This machine is robust and emission-free. - Bu makine sağlam ve emisyonsuzdur.

entrenched
sağlam ak
solid flow
sağlam olarak
as solid
sağlam yapı
Rugged construction
sağlam, sert taş
strong, hard stone
sağlam adımlarla ilerlemek
forge ahead
sağlam ayakkabı değil
(he's) unreliable, untrustworthy
sağlam ayakkabı değil
(Konuşma Dili) He's unreliable. (bir işi)
sağlam ayakkabılık kumaş
lasting
sağlam basan
sure footed
sağlam bina
solid build
sağlam bir temele dayalı
well grounded
sağlam borç
(Ticaret) good debt
sağlam dokunmuş kumaş
webbing
sağlam hisse senedi
floater
sağlam irade
iron will
sağlam kaba kotarmak
to reorganize (something) so that it becomes profitable or beneficial, make (something) a going concern
sağlam karakterli
solid
sağlam kaya
bedrock
sağlam kazığa bağlamak
to make safe/sure
sağlam kazığa/a bağlamak
to ensure that nothing goes wrong; to make (something) sure, certain, or safe
sağlam olmayan
unsecured
sağlam olmayan
unstable
sağlam olmayan
not healthy
sağlam oturmak
sit tight
sağlam para
hard currency
sağlam raporu
bill of health

Tom's doctor gave him a clean bill of health. - Tom'un doktoru ona sağlam raporu verdi.

sağlam raporu
clean bill of health
sağlam rüzgâr
steady wind
sağlam temel
(Hukuk) sound basis, solid basis
sağlam temeller
hard pan
sağlam temelli
well grounded
sağlam temelli
well founded

Tom's fears were well founded. - Tom'un korkuları sağlam temelliydi.

sağlam vuruş
a solid blow
sağlam yemek
solid meal
sağlam yön
head grain
güçlü, kuvvetli, sağlam
powerful, strong, robust
atını sağlam kazığa bağlamak
to take precautions in one's business
ayak basacak sağlam yer
footing
ayak basacak sağlam yer
foothold
ayağını sağlam basan
sure footed
eşekini/atını sağlam kazığa bağlamak
to take precautions
incecik sağlam kâğıt
Indian paper
incecik sağlam kâğıt
India paper
kaba ve sağlam ayakkabı
brogue
kısa ama sağlam yapılı
stocky
orta vadeli sürdürülebilir kamu sermayeleri için sağlam bir temel
(Hukuk) a solid basis for sustainable public finances in the medium term
temeli sağlam
(deyim) on a firm footing
turp gibi sağlam
(deyim) hale and hearty
uçkuruna sağlam olmak
colloq . to be chaste, not to sleep around; not to commit adultery
Türkisch - Türkisch
Sakatlık veya hastalığı bulunmayan, sağlıklı, sıhhatli: "Kendisi uzun boylu, sağlam, orta yaşlı bir adamdır; ama yıprandığını söylüyor."- M. Ş. Esendal
Dayanıklı, kolay bozulmaz, yıkılmaz: "En sağlam sütunlar üstünde durduğu sanılan devir, bir karton kale gibi yıkılmıştı."- F. R. Atay
Güvenilir
Zarar görmemiş, bozulmamış
Dayanıklı, kolay bozulmaz, yıkılmaz
Her hâlde, muhakkak
Gerçek, inanılır bir temeli olan
Gerçek, inanılır bir temeli olan: "Böyle sağlam adı nereden bulacaksın."- M. Ş. Esendal. (sa'ğlam) Her hâlde, muhakkak: "Sağlam bu gece perilere karıştım gitti."- H. R. Gürpınar
Sakatlık veya hastalığı bulunmayan, sağlıklı, sıhhatli
dek
berk
(Osmanlı Dönemi) MAZBUT
bek
(Osmanlı Dönemi) MEVSUK
(Osmanlı Dönemi) muhkem
sağlam para
Uluslararası para piyasasında kolaylıkla değiştirilebilen ve kuru devamlı koruyan veya yükselen para
sağlam
Favoriten