Her words were completely meaningless.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
You're exactly right, Tom.
- Tamamen haklısın, Tom.
You and Tom are exactly the same.
- Sen ve Tom tamamen aynısınız.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
He looked confident but his inner feelings were quite different.
- Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.
Tom was utterly humiliated.
- Tom tamamen aşağılanmıştı.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
His speech was not altogether bad.
- Onun konuşması tamamen kötü değildi.
He doesn't altogether trust me.
- O bana tamamen inanmaz.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
I am fully convinced of your innocence.
- Masumiyetinden tamamen eminim.
Her words were wholly void of meaning.
- Onun sözleri tamamen anlamsızdı.
I don't wholly agree with you.
- Ben tamamen sizinle aynı fikirde değilim.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Tom remained wide awake the whole night.
- Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
That's a whole different matter.
- Bu tamamen farklı bir mesele.
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
She is an utter stranger to me.
- O, bana tamamen yabancıdır.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
He met Sam purely by chance.
- O, tamamen şans eseri Sam ile karşılaştı.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
The boy is totally dependent on his parents.
- Çocuk tamamen ebeveynlerine bağımlıydı.
Tom was totally wasted.
- Tom tamamen heder olmuş.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
All the cherry trees in the park are in full bloom.
- Parktaki tüm kiraz ağaçları tamamen çiçek açmış.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
Tom is about through here.
- Tom neredeyse tamamen burada.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
The window was wide open.
- Pencere tamamen açıktı.
I'm not wide awake yet.
- Henüz tamamen uyanık değilim.
You're exactly right, Tom.
- Tamamen haklısın, Tom.
It's better to be approximately right than completely wrong.
- Tamamen yanlış olmasındansa üç aşağı beş yukarı doğru olması daha iyidir.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
- Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
I don't entirely understand what he said.
- Ben, onun söylediğini tamamen anlamıyorum.
I only found out about it purely by accident.
- Ben onun hakkında tamamen tesadüfen öğrendim.
Our meeting was purely accidental.
- Karşılaşmamız tamamen tesadüfi.
The hill was all covered with snow.
- Tepe tamamen karla kaplıydı.
The news was all about the collapse of the Soviet Union.
- Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
Stay absolutely still.
- Tamamen hareketsiz dur.
That was absolutely unnecessary.
- Bu tamamen gereksizdi.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
His house is cleaned thoroughly once a week.
- Onun evi haftada bir kez tamamen temizlenir.
Everything has been thoroughly cleaned.
- Her şey tamamen temizlendi.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
The company, wholly owned by NTT, is doing well.
- Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
Tom is well aware of the problem.
- Tom sorunun tamamen farkındadır.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
Tom's question caught Mary completely off-guard.
- Tom'un sorusu Mary'yi tamamen hazırlıksız yakaladı.
Your guess is entirely off the mark.
- Senin tahminin tamamen yanlış.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.