uçma

listen to the pronunciation of uçma
Türkçe - İngilizce
{i} flying

Flying is the quickest way to travel. - Uçmak seyahat etmek için en hızlı yoldur.

Driving in the dark feels like flying! - Karanlıkta araba sürmek uçmak gibidir.

fly

If I had wings to fly, I would have gone to save her. - Uçmak için kanatlarım olsaydı, onu kurtarmaya giderdim.

This bird's large wings enable it to fly very fast. - Bu kuşun büyük kanatları onun çok hızlı uçmasını sağlar.

volatilization
flight

I'd like to take a 9:30 flight. - 9:30 uçağı ile uçmak istiyorum.

wing

No bird soars too high if he soars with his own wings. - Hiçbir kuş gereğinden çok yükseğe uçmaz, eğer ki kendi kanatlarıyla uçuyorsa.

If I had wings to fly, I would have gone to save her. - Uçmak için kanatlarım olsaydı, onu kurtarmaya giderdim.

freak out
high

No bird soars too high if he soars with his own wings. - Hiçbir kuş gereğinden çok yükseğe uçmaz, eğer ki kendi kanatlarıyla uçuyorsa.

getting high
(uyuşturucu ile) trip
freak-out
{i} point

The plane was on the point of taking off. - Uçak kalkış noktasındaydı.

From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip. - İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.

end

Tom and Mary sat at opposite ends of the couch. - Tom ve Mary koltuğun zıt uçlarında oturdular.

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

{i} tip

Tom slipped quietly into his clothes and tiptoed out of the room. - Tom sessizce elbiselerini giydi ve ayak uçlarına basarak odadan çıktı.

Tom tiptoed out of the room. - Tom parmak uçlarına basarak odadan çıktı.

edge

It would be dangerous to go too near the edge of the cliff. - Uçurumun kenarına çok yaklaşmak tehlikeli olurdu.

Tom pushed Mary off the edge of the cliff. - Tom Mary'yi uçurumun kenarından itti.

uçma tüyü
pen feather
planör ile uçma
glide
uçmak
fly

I want to fly above the clouds. - Ben bulutların üzerinde uçmak istiyorum.

Driving in the dark feels like flying! - Karanlıkta araba sürmek uçmak gibidir.

extreme

Fadil went to extremes to cover up his greed. - Fadıl açgözlülüğünü örtmek için uçlara gitti.

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

bit

Our flying time tonight will be just under 6 hours, but I'll see if I can speed things up a bit. - Bu gece uçuş saatimiz 6 saatin altında olacak, ancak bazı şeyleri biraz hızlandırabilip hızlandıramayacağımızı göreceğiz.

coast

The plane rose sharply before leveling off as it left the coast. - Uçak sahilden ayrılırken düz uçuşa geçmeden önce hızla yükseldi.

{i} top
{s} peak
planör ile uçma
gliding
closing
{i} pole
lip
{f} fly

Words fly away, the written remains. - Söz uçar, yazı kalır.

Words fly, texts remain. - Söz uçar, yazı kalır.

uçmak
{f} fade
uçmak
evaporate
uçmak
disappear
(Gıda,Teknik) nozzle
(Dilbilim) margin
(Biyokimya) ultimate

His Noodliness, the Flying Spaghetti Monster is the ultimate truth in the universe. - Onun Noodliness'i, Uçan Spagetti Canavarı evrende nihai gerçektir.

lead

Tom wanted a pencil with a softer lead. - Tom daha yumuşak uçlu bir kurşun kalem istedi.

(Otomotiv) pin

It was so quiet you could hear a pin drop. - O kadar sessizdi ki sinek uçsa duyabilirdın.

You could hear a pin drop. - Sinek uçsa duyabilirsin.

extremal
(Argo) hardcore
nose
terminus
tail end
(Denizbilim) boundry
pen-nib
(İnşaat) blade
(Askeri) point bar
uçmak
hurtle
uçmak
go off the wall
uçmak
trip

It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip. - Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.

uçmak
blow
uçmak
flight

I'd like to take a 9:30 flight. - 9:30 uçağı ile uçmak istiyorum.

summit
nib
{i} butt

Brilliant butterflies flew hither and thither. - Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.

A bat flying in the sky looks like a butterfly. - Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.

{f} flown

An airplane had flown over the mountain. - Bir uçak dağ üzerinden uçtu.

I've never flown in an airplane. - Bir uçakta asla uçmadım.

{f} flying

I saw a flock of birds flying aloft. - Havada uçan bir kuş sürüsü gördüm.

We are flying over the Pacific. - Biz Pasifik üzerinde uçuyoruz.

spout
limit
flew

This pigeon flew from San Francisco to New York. - Bu güvercin San Francisco'dan New York'a uçtu.

She flew to Europe by way of Siberia. - Sibirya yoluyla Avrupa'ya uçtu.

tipping
uçmak
belt
uçmak
scorch
uçmak
flutter
uçmak
trip out
uçmak
take wings
uçmak
float
barb
uçmak
sail
uçmak
fly up
uçmak
fly on
mutluluktan uçma
euphoria
mutluluktan uçma
bliss
paraşütle uçma sporu
parascending
planörle uçma
planing
sevinçten havalara uçma
euphory
sevinçten uçma
exultation
sevinçten uçma
jubilance
uyuşturucu etkisiyle uçma
mind-blowing
terminal
end, extremity; tip
tip; point; extremity, end; pen-nib; reason
toe
tail

The International Sun-Earth Explorer 3 (ISEE-3) spacecraft made the first ever direct cometary measurements on September 11, 1985 as it flew through the tail of Comet Giacobini-Zinner. - Uluslararası Sun-Earth Explorer 3 uzay gemisi kuyruklu yıldız Giacobini-Zinner'in kuyruğu boyunca uçarken 11 Eylül 1985'te ilk doğrudan kuyruklu yıldız ölçümleri yaptı.

The tail at the rear of the plane provides stability. - Uçağın arkasındaki kuyruk denge sağlar.

the extreme

The town is located in the extreme north of Japan. - Kasaba Japonya'nın en uç kuzeyindedir.

point (of a sharply pointed instrument)
hist. march, borderland
extremity
apex
tab
cusp
ending

Wash eggplants and cut their endings. - Patlıcanları yıkayın ve onların uçlarını kesin.

endpiece
uçmak
to blow away, be blown away
uçmak
barrel
uçmak
(for a color) to fade
uçmak
to evaporate, vaporize, volatilize
uçmak
(araba vb.) scorch
uçmak
to vanish, disappear
uçmak
to fall off, fall from (a high place)
uçmak
(araba) belt
uçmak
to be wild with (joy)
uçmak
flush
uçmak
(motorsuz) plane
uçmak
slang to get/be high (on drugs). Uç baba torik! slang My, my!/Well, well! (said sarcastically). uçan kuşa borcu/borçlu olmak to be in debt to everybody. uçan kuştan medet ummak to be ready to accept help from absolutely anyone that offers it
uçmak
to fly; to evaporate, to vaporize; (renk) to fade; to vanish, to disappear; to be wild with joy, etc.; to have a trip; to go very fast, to travel, to tell lies, to fabricate stories; to go off the wall, to go bananas; to be starry-eyed
uçmak
wing

If I had wings to fly, I would have gone to save her. - Uçmak için kanatlarım olsaydı, onu kurtarmaya giderdim.

Birds flap their wings to fly. - Kuşlar, uçmak için kanatlarını çırparlar.

uçmak
to fly; to fly away, take wing
uçmak
freak out
uçmak
soar
uçmak
winnow
uçmak
flit
uçmak
take wing
Türkçe - Türkçe
Uçmak işi
cunda
gunçul
Uçmak
kalkmak
Uçmak
(Osmanlı Dönemi) TAYRURE
Uçmak
(Osmanlı Dönemi) TATAYYUR
Uçmak
(Osmanlı Dönemi) TAYİR
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası: "Bu resmin iki gözü bir makasın ucu ile oyulmuştu."- A. Gündüz
Bir yerin en kenarda kalan bölümü
Bir şeyin kenarı: "Kırk kişilik bir masanın bir ucunda, üç kişiyiz."- R. H. Karay
Sınır boyu
Sebep
Genellikle uzun bir nesnenin incelerek biten son ve sivri noktası
Bir şeyin kenarı
Uzun bir şeyin baş veya son noktası
Bir uzaklığın son noktası: "İstikbal bu yolun ucundan bir güneş gibi doğuyor."- F. R. Atay
Bir şeyin başı, tepesi
Bir uzaklığın son noktası
Türk devletlerinde genel olarak sınır boylarındaki eyalet ve sancaklara verilen ad
Bir şeyin başı, tepesi: "Ayaklarının ucuna basarak beşiğin yanına geldi."- H. E. Adıvar
Amaç, gaye
uçmak
özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
uçmak
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
uçmak
Ruh ölümden sonra göğe yükselmek
uçmak
Çok sevinmek
uçmak
Aşırılmak
uçmak
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
uçmak
Çok hızlı gitmek
uçmak
Solarak yok olmak
uçmak
Uçar gibi dalgalanmak: "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor."- A. İlhan. Çok hızlı gitmek: "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi
uçmak
Uçar bu bizim külüstür."- R. N. Güntekin
uçmak
Patlayıcı madde ile parçalanmak
uçmak
Hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
uçmak
Uçak vb
uçmak
Belirmek
uçmak
Belirmek: "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu."- S. F. Abasıyanık
uçmak
Uçar gibi dalgalanmak
uçmak
Solarak yok olmak: "Rengi birdenbire uçtu."- P. Safa
uçmak
Hava yolu ile gitmek
uçmak
Gaz veya buhar durumuna geçmek
uçmak
Yok olmak, ortadan kaybolmak
uçmak
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
uçmak
Cennet
uçmak
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
uçmak
Yok olmak, ortadan kaybolmak: "Bütün kararları uçmuştu.Yüzünde iradesiz hatlar belirdi."- S. F. Abasıyanık
uçmak
Cennet, behişt
uçmak
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak: "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu."- S. F. Abasıyanık
uçma