Bu şimdiye kadar gördüğüm en güzel resim.
- This is the finest picture I have ever seen.
Lee en güzel elbisesini giymişti.
- Lee was dressed in his finest clothing.
Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
- If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
Bence hoş görünüyorsun.
- I think you look fine.
Kabul edilebilirler ve edilemezler arasında ince bir çizgi vardır.
- There's a fine line between what's acceptable and what's not.
O, ince yontulmuş özelliklere sahip bir kızdı.
- She was a girl with finely chiseled features.
Ben, havanın iyi olacağını düşünüyorum.
- I think it will be fine.
İyiyim, teşekkürler. Ya siz?
- Fine, thank you. And you?
Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.
- His speech contained many fine phrases.
Adanın güzel bir limanı var.
- The island has a fine harbor.
Bir dolar para cezasına çarptırıldım.
- I was fined a dollar.
Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
Şimdi her şeyin yolunda olduğuna inanıyorum.
- I believe everything is fine now.
Tom'a her şeyin yolunda olduğunu söyle.
- Tell Tom that everything's fine.
Onun bir tepenin üzerinde yer alan evinin güzel bir manzarası var.
- Situated on a hill, his house commands a fine view.
Dağın zirvesinden güzel bir deniz manzarası alabilirsin.
- You can get a fine view of the sea from the mountaintop.
Cümlede bir sıkıntı göremedim.
- The sentence seems fine to me.
Rahatla, iyi gidiyorsun.
- Relax, you're doing fine.
Sağlıklı bir merak, aslında güzel bir şeydir.
- A healthy curiosity is truly a fine thing.
Güzel sağlıklı bir bebek doğurdu.
- She gave birth to a fine healthy baby.
Bayırturpunu soy ve ince ince doğra.
- Peel and finely chop the horseradish.
O gün hepimiz çok iyi bir zaman geçirdik.
- We all had a fine time that day.
Öyle güzel bir gündü ki çok iyi eğlendik.
- It was such a fine day that we had a very good time.
O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
- He wrote a fine description of what happened there.
Ken hızdan dolayı 7.000 yen para cezasına çarptırıldı.
- Ken was fined 7,000 yen for speeding.
Tom arabasını yanlış yere park ettiği için ceza ödemek zorunda kaldı.
- Tom had to pay a fine because he parked in the wrong place.
Bu kahveyi çok ince öğüt.
- Grind this coffee very fine.
Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.
- I'm fine. It's just a little cut.
Bu öğleden sonra hava güzel olacak.
- It's going to be fine this afternoon.
En son ne zaman bir para cezası ödedin?
- When was the last time you paid a fine?
Mükemmel iyi hissediyorum.
- I feel perfectly fine.
Use the finest sandpaper available.
Fifty of New York's finest were on hand for security.
He refilled his glass. ‘The fine is very good,’ he said.