açığında

listen to the pronunciation of açığında
Türkisch - Englisch
off shore
away from the shore
açık
open

Don't sleep with the windows open. - Pencereler açık uyuma.

Tatoeba is open source. - Tatoeba açık kaynaklıdır.

açık
bare

I can barely keep my eyes open. - Zar zor gözlerimi açık tutabiliyorum.

açık
{s} express

Express yourself as clearly as you can. - Elinizden geldiği kadar kendinizi açık biçimde ifade edin.

Express your idea clearly. - Fikrini açıkça ifade et.

açık
clear

This drink clearly has the same flavor as tea. - Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.

It seemed clear the Senate would reject the treaty. - Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.

açık
{s} fair

Tom has a very fair complexion and burns easily in the sun. - Tom'un çok açık bir teni var ve güneşte kolayca yanar.

She has a fair complexion. - Onun açık bir teni vardır.

açık
shiny
açık
{s} distinct
açık
definite

It is definite that he will go to America. - Onun Amerika'ya gideceği açık.

açık
obvious

Brian is mad because Chris obviously does not intend to return the money. - Chris'in açıkça parayı getirmeye niyeti olmadığı için Brian çıldırdı.

It's obvious he's wrong. - Onun hatalı olduğu açıktır.

açık
{s} pale

The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue. - Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.

At daytime, we see the clear sun, and at nighttime we see the pale moon and the beautiful stars. - Gündüzleri açık bir güneş görürüz, ve geceleri solgun bir ay ve güzel yıldızları görürüz.

açık
{s} precise
açık
{s} forthright
açık
{s} light

She has green eyes and light brown hair. - Onun yeşil gözleri ve açık kahverengi saçı var.

We had Tom paint the fence light green. - Çiti Tom'a açık yeşile boyattık.

açık
{s} plain

Explain it in plain words. - Onu sade bir dille açıklayın.

It is plain that he is wrong. - Onun hatalı olduğu açıktır.

açık
wide

The door was wide open. - Kapı sonuna kadar açıktı.

The front door was wide open. - Ön kapı sonuna kadar açıktı.

açık
(Bilgisayar) opens

The store also opens at night. - Mağaza gece de açıktır.

açık
lorry
açık
picturesque
açık
unreserved
açık
short and to the point
açık
signal
açık
opened

Tom told Mary to keep the windows opened. - Tom Mary'ye pencereleri açık tutmasını söyledi.

I opened the door and held it open for Mary. - Kapıyı açtım ve onu Mary için açık tuttum.

açık
legible
açık
in bulk
açık
(Havacılık) extended
açık
smutty
açık
straight

Tom is quite straightforward. - Tom oldukça açık sözlü.

Thank you for setting the record straight. - Konuyu açıkladığın için teşekkür ederim.

açık
noticeable
açık
off

Tom didn't offer any explanation. - Tom herhangi bir açıklama sunmadı.

It irritates Tom when Mary leaves the cap off the toothpaste. - Mary diş macununun kapağını açık bıraktığında, bu Tom'u kızdırıyor.

açık
intelligible
açık
(Bilgisayar) powered on
açık
aperture
açık
outspoken

Tom is quite outspoken, isn't he? - Tom oldukça açık sözlü, değil mi?

Tom is an outspoken person. - Tom açık sözlü bir kişidir.

açık
slipt
açık
demonstrable
açık
undischarged
açık
graphic

Fewer graphics and more captions would make the description clearer. - Daha az grafikler ve daha fazla başlık açıklamayı daha net yapabilir.

açık
apparent

This should be obvious, but apparently it's not. - Bu açık olmalı ama görünüşe göre değil.

It was apparent that he did not understand what I had said. - Söylediğimi anlamadığı açıktı.

açık
decollete
açık
shortage
açık
undisguised
açık
outstretched
açık
evident

Evidently, Tom didn't want to go. - Açıkçası Tom gitmek istemiyordu?

It's an evidently bad example. - Bu açıkçası kötü bir örnek.

açık
perspicuous
açık
weak

I prefer weak coffee. - Açık kahveyi tercih ederim.

Tom is obviously still very weak. - Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.

açık
deficient amount
açık
debit
açık
concrete
açık
patent

This is patently unfair. - Bu açıkça adil değil.

açık
broad
açık
manifest

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

açık
specific

Can you be a bit more specific? - Biraz daha açık olabilir misin?

Could you be more specific? - Biraz daha açık olur musun?

açık
transparent
açık
blunt

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

açık
diluted
açık
unconstrained
açık
ostensive
açık
fine

He wrote a fine description of what happened there. - O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.

açık
self-evident
açık
uncovered
açık
explicit

I gave Tom explicit instructions. - Tom'a açık talimatlar verdim.

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

açık
shadowless
açık
heart-to-heart
açık
spread
açık
loosy
açık
open to

The castle has been restored and is open to the public. - Kale restore edildi ve halka açık.

This garden is open to the public. - Bu bahçe halka açıktır.

açık
wide-open
açık
open on
açık
open for
açık
{s} free

There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line. - Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.

My door is always open. Feel free to visit when you want. - Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.

Açık
power on
açık
clear, easy to understand; not in cipher
açık
blank
açık
obscene; suggestive
açık
clear-cut
açık
open sea

After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea. - Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.

When we awoke, we were adrift on the open sea. - Uyandığımız zaman, açık denizde akıntıya kapılıp sürükleniyorduk.

açık
aboveground
açık
confessed

He confessed his crime frankly. - Suçunu çok açık bir şekilde itiraf etti.

açık
in blank
açık
uncovered; naked, bare, exposed
açık
expressly

Here everything is forbidden that isn't expressly permitted. - Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.

açık
fortunate, promising
açık
visible

During clear weather, the coast of Estonia is visible from Helsinki. - Açık havada, Estonya kıyısı Helsinki'den görülebilir.

açık
unobstructed, free
açık
articulate
açık
deficiency
açık
cloudless
açık
on , open
açık
frank, open
açık
clean cut
açık
light (shade of color)
açık
wide open

The door was wide open. - Kapı sonuna kadar açıktı.

The back door's wide open. - Arka kapı sonuna kadar açık.

açık
spaced far apart, separated
açık
decided

He explained at length what had been decided. - O, neye karar verildiğini uzun uzadıya açıkladı.

We've decided to paint the walls light blue. - Duvarları açık maviye boyamaya karar verdik.

açık
vacancy, job opening
açık
excess of expense over income
açık
not secret, in the open
açık
open; (çay/kahve) weak; (yol/geçit) free, clear; (hava) clear, cloudless; (renk) light; uncovered; naked, bare; clear, plain, distinct; frank, outspoken; vacant" " boş, münhal; (çek) blank;" "(resim/kitap vb.) smutty, bawdy, pornographic, salacious; open air; open sea; vacant position; deficit; shortfall; openly, baldly, frankly, straight out
açık
declared

Tom has been declared brain dead. - Tom'un beyin ölümü açıklandı.

The government explicitly declared its intention to lower taxes. - Hükümet vergileri düşürmek için niyetini açıkça bildirdi.

açık
shortfall
açık
open for business, open
açık
open, defenseless, unprotected (city)
açık
unclouded
açık
clear, cloudless, fine
açık
exposed

Fadil exposed his dark secret. - Fadıl karanlık sırrını açıkladı.

açık
frankly, openly
açık
outskirts; nearby place
açık
the open

We had a good time in the open air. - Açık havada iyi zaman geçirdik.

We had a party in the open. - Bizim açık havada bir partimiz vardı.

açık
not roofed; not enclosed
açık
(Hukuk) deficit

Lower taxes don't cause deficits. - Düşük vergiler açıklara neden olmaz.

The company incurred a deficit of $400 million during the first quarter. - Şirket ilk çeyrekte 400 milyon dolar açık verdi.

açık
categorical
açık
candid

Tom announced his candidacy for class president. - Tom sınıf başkanlığı için adaylığını açıkladı.

Tom is candid about his past. - Tom geçmişi konusunda çok açıktır.

açık
crystal

Let me make myself crystal clear. - Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.

açık
distance, space between
açık
empty, clear, unoccupied
açık
avowed
açık
deficit, shortage
açık
soccer wing, winger, player in a wing position
açık
explicitly

Tom explicitly told Mary not to do that. - Tom açıkça Mary'ye bunu yapmamasını söyledi.

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

açık
{s} lucid
açık
{s} definitive
açık
{s} unconcealed
açık
open ended
açık
flagrant
açık
(Nükleer Bilimler) on
açık
{s} unlocked

She was careful not to leave the door unlocked. - Kapıyı açık bırakmayacak kadar dikkatliydi.

I left the door unlocked. - Kapıyı açık bıraktım.

açık
clearcut
açık
{s} uncrossed
açık
revealing

Thank you for this revealing lecture! - Bu açıklayıcı ders için teşekkürler!

açık
{s} direct

According to the manufacturer's directions, tires should be changed every 10 years. - İmalatçının açıklamasına göre, her on yılda bir değiştirilmeli.

I don't understand; you have to be more direct. - Anlamıyorum; daha açık olmak zorundasın.

açık
clarion
açık
{s} unequivocal

Their deep love for each other was unequivocal. - Onların birbirlerine duydukları derin aşk oldukça açık.

This is quite unequivocal. - Bu oldukça açık anlamlıdır.

açık
pointblank
açık
{s} vacant
açık
{s} expansive
açık
open air

A few seconds ago I was in the open air and the bright daylight, and now my eyes refuse to serve me in this darkness. - Birkaç saniye önce ben açık havada ve parlak gün ışığındaydım ve şimdi gözlerim bu karanlıkta bana hizmet etmeyi reddediyor.

We had a good time in the open air. - Açık havada iyi zaman geçirdik.

açık
{s} gaping
açık
{s} square
açık
{s} round

Strictly speaking, the earth is not round. - Açıkçası dünya yuvarlak değil.

The store is open all the year round. - Dükkan tüm yıl boyunca açıktır.

açık
{s} downright
açık
shirt sleeve
açık
{s} unprotected

Tom left the box unprotected. - Tom kutuyu açık bıraktı.

açık
{s} lucent
açık
pellucid
açık
outspread
açık
{s} translucent
açık
{s} unambiguous

Write unambiguous texts. - Açık anlamlı metin yazın.

Write clear and unambiguous texts! - Açık ve net metinler yazın!

açık
{s} deficient
açık
{s} unobstructed
açık
well marked
açık
clear cut
açık
bleak
açık
bluff
açık
{s} outdoor

Tom seems to enjoy being outdoors. - Tom açık havada olmaktan hoşlanıyor gibi görünüyor.

Rugby is an outdoor game. - Ragbi bir açık hava oyunudur.

açık
{s} unsealed
açık
patulous
açık
{s} unmistakable

He bore an unmistakable reference to his father. It made his mother cry. - O, babasına açık bir referans taşıyordu. Bu, annesini ağlattı.

açık
{i} upfront
açık
public

The facts did not become public for many years. - Gerçekler uzun yıllar boyunca açıklanmadı.

Please refrain from smoking in public places. - Lütfen halka açık yerlerde sigara içmekten imtina edin.

açık
{s} overt

Racism today isn't so overt. - Irkçılık bugün çok açık değildir.

açık
hearttoheart
açık
{s} serene
açık
{s} outright
açık
{s} hospitable
açık
{s} raw
açık
openended
açık
cloudy

On cloudy days, you can hear distant sounds better than in clear weather. - Bulutlu günlerde, uzaktaki sesleri açık havadakilerden daha iyi duyarsın.

açık
{s} loose
açık
{s} uncomplicated
açık
opencast
açık
selfevident
açık
dilute
açık
{s} unashamed
açık
{s} luminous
açık
point blank
açık
wishy washy
Türkisch - Türkisch

Definition von açığında im Türkisch Türkisch wörterbuch

Açık
(Osmanlı Dönemi) CEHVA'
Açık
(Osmanlı Dönemi) BÂZ
Açık
(Osmanlı Dönemi) MÜNFEC
Açık
(Hukuk) VAZIH
Açık
dekolte
Açık
(Hukuk) SARİH
açık
Bir ihtiyacın karşılanamaması durumu
açık
İşler durumda olan
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
açık
Aralığı çok. Çalışır durumda olan: "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar."- Ö. Seyfettin
açık
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
açık
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
açık
Aralığı çok
açık
Belli bir yerin biraz uzağı
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı: "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik."- R. N. Güntekin
açık
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film)
açık
Rengi açık olmayan, koyu karşıtı: "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu."- Ö. Seyfettin
açık
Koyu olmayan (renk)
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
açık
Kolay anlaşılır, vazıh
açık
Kolay anlaşılır, vazıh: "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim."- R. N. Güntekin
açık
Engelsiz
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen: "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o."- T. Buğra
açık
Engelsiz. Örtüsüz, çıplak
açık
Boş
açık
Örtüsüz, çıplak
açık
Doğru olarak, açıkça
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri: "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır."- B. Necatigil
açık
Doğru olarak, açıkça: "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?"- M. Yesarî
açık
(Osmanlı Dönemi) sarih
açık
(Osmanlı Dönemi) küşâde
açığında
Favoriten