ağırlaştırma

listen to the pronunciation of ağırlaştırma
Türkçe - İngilizce
aggro
making heavier; making more difficult; slowing (sth) down;weighting, charging
weighting
making heavier
charging
making more difficult
aggravation
ağır
heavy

Can you manage to carry that heavy suitcase by yourself? - O ağır bavulu kendiniz taşıyabilir misiniz?

I think they should put a heavy tax on imports. - Sanırım onlar ithalatlara ağır bir vergi koymalılar.

ağır
weighty
ağır
{s} slow

They showed the scene in slow motion. - Onlar sahneyi ağır çekimle gösterdiler.

I want to see the scene in slow motion. - Sahneyi ağır çekimde görmek istiyorum.

ağır
serious

My pet dog was seriously ill. - Benim evcil köpeğim ağır hastaydı.

Both were seriously wounded. - Her ikisi de ağır yaralandı.

ağırlaştırma apresi
weighting size, weight giving finish, filling finish
ağırlaştırma banyosu
weighting bath, weight giving finish
ağırlaştırma maddesi
weighting agent
ağır
severe

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

The Great Blizzard of 1888 was one of the most severe blizzards in the history of the United States. - 1888'deki Büyük Kar Fırtınası, Birleşik Devletler tarihinin en ağır kar fırtınalarından biriydi.

ağır
{s} cumbersome
ağır
{s} harsh

The surrender terms were harsh. - Teslim şartları ağır idi.

ağır
{s} languid
ağır
{s} arduous
ağır
lazy
ağır
severly
ağır
hurtful
ağırlaştırmak
{f} aggravate
ağır
{s} ponderous
ağır
nasty
ağır
difficult

This is the most difficult book I have ever read. - Bu, şimdiye kadar okuduğum en ağır kitap.

ağır
smelly
ağır
clunky
ağır
biting
ağır
close
ağır
foul smell
ağır
deed
ağır
severest
ağır
offensive
ağır
viscous
ağır
precious
ağır
sharp
ağır
thick

The ice is not thick enough to hold our weight. - Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.

ağır
cutting
ağır
{s} oppressive
ağırlaştırmak
slow something down
ağırlaştırmak
(Kanun) impair
ağırlaştırmak
exacerbate
ağır
{s} strong

I'm strong enough to carry those heavy metal boxes. - Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.

Hunger is one of the strongest griefs. - Açlık en ağır sorunlardan biridir.

ağır
dull
ağır
torpid
ağır
onerous
ağır
drudge
ağır
rich

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
drudging
ağır
drudgery
ağır
logy
ağır
hulking
ağır
stick-in-the-mud
ağır
tardy
ağır
laggard
ağır
desperate
ağırlaştırmak
burthen
ağırlaştırmak
weight
ağırlaştırmak
slow down
ağır
not fast
ağır
heavier

Gold is far heavier than water. - Altın sudan çok daha ağırdır.

Gold is heavier than silver. - Altın gümüşten daha ağırdır.

ağır
heavily

My liver is heavily damaged. - Benim karaciğerim ağır biçimde hasar görmüştür.

I was heavily sedated. - Ağır şekilde sakinleşmiştim.

ağır
valuable
ağır
graver
ağır
heavy weight
ağır
heavy; heavy, difficult, strenuous; dull, stodgy, ponderous; serious, grave, severe, nasty; stuffy, smelly; (söz) offensive, hurtful, cutting, biting; slow, ponderous; (yiyecek) indigestible, rich, stodgy, heavy; thick, viscous; (uyku) deep; valuable, pre
ağır
slow-moving
ağır
valuable, precious
ağır
hard

Tom pretended to be hard of hearing. - Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu.

You are working too hard. Take it easy for a while. - Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.

ağır
heavyweight

He will fight the heavyweight champion tomorrow. - Yarın ağır siklet şampiyonu ile karşılaşacak.

ağır
bovine
ağır
heavy, difficult (work)
ağır
thick, viscous
ağır
sharp (words)
ağır
stuffy, oppressive; smelly
ağır
seriously

She was not seriously injured. - O ağır yaralı değildi.

My pet dog was seriously ill. - Benim evcil köpeğim ağır hastaydı.

ağır
slowly; ponderously
ağır
badly

Tom's bag was badly damaged. - Tom'un çantası ağır hasar gördü.

His bag was badly damaged. - Onun çantası ağır hasar gördü.

ağır
indigestible
ağır
serious, difficult (problem)
ağır
dignified

At the funeral, the widow looked very dignified, with her black suit, hat and gloves. - Cenazede, dul kadın siyah takım elbisesi, şapkası ve eldiveni ile çok ağırbaşlı görünüyordu.

Tom says I look dignified. - Tom ağırbaşlı göründüğümü söylüyor.

ağır
indigestible, rich, heavy (food)
ağır
heavy; (Askeriye) heavy
ağır
unwholesome
ağır
severely

Tom was severely injured. - Tom ağır biçimde yaralandı.

Tom was severely beaten by the police. - Tom, polis tarafından ağır biçimde dövüldü.

ağır
serious, grave (sickness, wound)
ağır
foul (smell)
ağır
serious-minded
ağır
back breaking
ağır
repressive
ağır
cutting, hurtful, offensive
ağır
slow; ponderous
ağır
{s} measured
ağır
slowly
ağır
{s} grievous
ağır
{s} stodgy
ağır
{s} smashing
ağır
{s} slashing
ağır
plodding
ağır
{s} toilful
ağır
{s} grave

Dan was struck and gravely injured by a truck. - Dan bir kamyon tarafından çarpıldı ve ağır bir şekilde yaralandı.

ağır
{s} strenuous
ağır
{s} unwieldy
ağır
stiff
ağır
serious minded
ağır
distant
ağır
{s} cumbrous
ağır
funereal
ağır
{s} slack
ağır
pedestrian
ağır
{s} burdensome
ağır
{s} scornful
ağır
sweaty
ağır
{s} deep
ağır
{s} contemptuous
ağır
slow moving
ağır
ponderable
ağır
largo
ağır
musty
ağır
{s} deliberate
ağır
prosy
ağır
lento
ağır
burden

They were burdened with heavy taxes. - Ağır vergi yükü altındaydılar.

ağır
acute
ağır
{s} sluggish
ağır
{s} Fabian
ağır
{s} lumbering
ağır
soggy
ağır
{s} massive

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
{s} hefty
ağır
{s} foul
ağır
{s} toilsome
ağır
{s} muzzy
ağırlaştırmak
to aggravate
ağırlaştırmak
to make more difficult, make harder
ağırlaştırmak
to make heavier; to make more difficult; to slow (sth) down; to aggravate, to exacerbate
ağırlaştırmak
burden
ağırlaştırmak
to make heavier; to weigh down
ağırlaştırmak
to slow (something) down
ağırlaştırmak
(Tekstil) charge
ağırlaştırmak
(Tekstil) load
ipek ağırlaştırma
silk weighting
Türkçe - Türkçe
Ağırlaştırmak işi
Ağır
sakil
Ağır
köm
Ağır
kilolu
Ağır
(Osmanlı Dönemi) VAHİM
Ağır
okkalı
ağır
Ağır sıklet
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim: "Viyana Üniversitesinde hocalığım sırasında amirim olan profesör ağır hasta idi."- H. Taner
ağır
Yoğun
ağır
Ağırbaşlı, ciddi
ağır
Değeri çok olan, gösterişli
ağır
Uyanılması güç, derin (uyku)
ağır
Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı."- H. E. Adıvar
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim
ağır
Keskin, boğucu (koku): "Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır."- F. R. Atay
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı: "Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum."- N. Ataç
ağır
Ağırbaşlı, ciddi: "Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı
ağır
Yoğun: "Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı."- A. Sayar
ağır
Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
ağır
Keskin, boğucu (koku)
ağır
Çetin, güç
ağır
Kısık, alçak
ağır
Çapı, boyutları büyük
ağır
Değeri çok olan, gösterişli: "Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi."- M. C. Kuntay. Çapı, boyutları büyük. Çetin, güç: "Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu."- F. F. Tülbentçi
ağır
Yavaş
ağır
Kısık, alçak: "Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi."- O. C. Kaygılı
ağır
Sindirimi güç (yiyecek)
ağır
Davranışları yavaş olan
ağır
Sıkıntı veren, bunaltıcı
ağır
Güç işiten, sağır
ağır
Yavaş: "Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu."- E. İ. Benice
ağırlaştırmak
Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak
ağırlaştırma