zaman

listen to the pronunciation of zaman
Türkçe - İngilizce
date

Mary and I dated a long time ago. - Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.

I've always dated older women. - Her zaman yaşlı kadınlarla flört ettim.

time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

hour

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow? - Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?

time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
cycle
bout
while

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
father time
mus. time, meter, rhythm
when: geldiği zaman when he came
whilst
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
day

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

geol. era
season

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

when

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

sands
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

(Bilgisayar) time-scale
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

age

This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano. - Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

epoch
(Dilbilim) temporal
period

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

(Bilgisayar) time card
era
space

If geometry is the science of space, what is the science of time? - Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

times

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

duration
(Tıp) chrono-
(Bilgisayar) timecard
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
time; age, era, epoch, period; tense; reign
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

leeway
meantime
of time

The event was forgotten in progress of time. - Zamanın ilerlemesiyle olay unutuldu.

It's a waste of time to stay longer. - Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.

to time
year

We had a lot of snow about this time last year. - Geçen yıl yaklaşık bu zaman çok fazla kar vardı.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

her zaman
always

I always get up at six. - Her zaman altıda kalkarım.

To be always honest is not easy. - Her zaman dürüst olmak kolay değildir.

ne zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

When do you usually go to bed? - Genellikle ne zaman yatarsın?

zaman aşımı
time-out
şimdiki zaman
present

There's no time like the present. - Şimdiki zaman gibi zaman yok.

There is no heaven or hell. We can only live in the present. - Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.

zaman kazanmak
gain time

To gain time we took the plane. - Zaman kazanmak için uçağa bindik.

zaman ayırabilmek
afford
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman zaman
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
zaman almak
occupy
zaman almak
take (time)
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
kill time
zaman geçirmek
spend time
zaman geçirmek
while away
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
Zaman geçtikçe
as time pass by
zaman akışı
When the flow
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman ayırmak
Allocate time
zaman eki
When the attachment
zaman harcama
waste time
zaman kaybetme
time loss
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman kaybetmek
lose time
zaman kazanma
to save time
zaman rölesi
(Elektrik, Elektronik) Time relay
zaman tüneli
time tunnel
zaman zaman
call me time to time

ara beni zaman zaman.

zaman zarfı
temporal adverb
zaman ayarlı
timed
zaman ayarı
timing
zaman aşımı
time out , timeout
zaman aşımına uğramış
statute barred
zaman aşımına uğramış
prescriptive
zaman belirteci gram
adverb of time
zaman buldukça
at odd moments
zaman bölmeli değiştirilmiş anahtarlama grubu
(Askeri) time division switching group modified
zaman bölmeli matrik fonksiyonu
(Askeri) time division matrix function
zaman bölmeli çoklama
(Askeri) time division multiplexed
zaman denklemi
equation of time
zaman kavramı
time sense
zaman kaybetmeden
in no time

We should be there in no time. - Zaman kaybetmeden orada olmalıyız.

A professional thief can jimmy a car door in no time. - Profesyonel bir hırsız bir araba kapısını bir levye ile zaman kaybetmeden açabilir.

zaman kazanmak
1. to save time. 2. (for someone) to gain time
zaman kazanmaya çalışmak
play for time
zaman kısıtlaması
guillotine
zaman okuma
(Bilgisayar) time reading
zaman safhalı ulaşım istekleri listesi
(Askeri) time-phased transportation requirements list
zaman zaman
from time to time, occasionally
zaman zaman
from time to time

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

You should look after the children from time to time. - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.

zaman zaman
on and off

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

zaman zaman
betweenwhiles
zaman zaman
in places
zaman zaman
betweentimes
zaman zaman
ever and anon
zaman zaman
now and again
zaman zaman
now and then

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

zaman öldürmek
idle about
zaman ölçeği
chronograph
zaman ayırmak
get round to
Zaman aralığı
Time range
zaman ayırmak
spare time

What should I do in order to spare time? - Zaman ayırmak için ne yapmalıyım?

zaman ayırmak
get around to
zaman ayırmak
allocate (some) time
zaman zaman
sporadic
zaman zaman
at times

At times, he suffered from a painful headache. - Zaman zaman can sıkıcı baş ağrısı çekti.

After all, even the gods may err at times. - Tüm bunlardan sonra, tanrılar bile zaman zaman hata yapabilirler.

zaman aralığı
time slot

The network is moving your show to another time slot. - Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.

zaman ayırmak
spare some time to
zaman geçirmek
(deyim) fill in time
zaman geçtikçe
as time goes by
zaman geçtikçe
in the process of time
zaman harcamak
dawdle
zaman harcamak
expend time
zaman harcamak
spend time

We have to spend time with Tom now. - Biz şimdi Tom ile zaman harcamak zorundayız.

Tom didn't want to spend time in jail. - Tom hapiste zaman harcamak istemiyordu.

zaman harcamak
fool around
zaman zaman
occasionally

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

Fibonacci numbers show up occasionally in nature. - Fibonacci sayıları doğada zaman zaman görünür.

zaman zaman
betimes
zamanlar
(Dilbilim) tenses
zaman aralığı
time period

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

zaman aralığı
time interval

If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval. - Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.

zaman dilimi
time zone

It's morning here in my time zone. - Benim zaman dilimimde burada sabah.

I live in the Pacific time zone in the USA. - ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.

zaman dilimi
period of time
zaman dilimi
time frame
zaman geçirmek
play for time
zaman geçtikçe
as time goes on
zaman zaman
off and on
Zaman aşımı
lapse of time
Zaman geçtikçe
time passes
Zaman kaybı
a waste of time
zaman almak
to take time
zaman aralığı
time window
zaman aralığı
timespan
zaman ayırmak
allocate time to
zaman dilimi
timezone
zaman harcamak
to spend time
zaman içinde
in time of
zaman kaybı
wild goose chase

looking for a perfect job is a wild goose chase.

zaman kaybı
time loss
zaman vermek
giving time
zaman zaman
time to time

I meet him at the club from time to time. - Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.

You should look after the children from time to time. - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.

geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval
zaman aşımı
time out, timeout
zaman dilimi
time slice
zaman dilimi
time frame , time slice
zaman dilimi
time frame, time slice
zaman harcamak
fiddle away
zaman kaybı
waste of time

Tom says it's a waste of time to try to please everybody. - Tom herkesi memnun etmenin zaman kaybı olacağını söylüyor.

In my opinion, Twitter is a waste of time. - Bence Twitter bir zaman kaybıdır.

zaman kazanmak
stall
zaman kazanmak
to gain time, to buy time
zaman vermek
respite
zaman vermek
to set aside time (for) (something)
zaman zaman
now

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.

zaman zaman
on occasion

We've met on occasion. - Biz zaman zaman buluştuk.

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

zaman zaman
interval
zaman zaman
again
zaman zaman
anon
İngilizce - İngilizce
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Türkçe - Türkçe
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
Belirlenmiş olan an
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
Dönem, devir
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
Çağ, mevsim
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
devran
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

dem
adar
eyn
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman bilimi
Tarihî olayların zamanını inceleme bilimi, kronoloji
zaman dizini
Tarihî olayların zaman bakımından sırası, kronoloji
zaman tüneli
Kesintisiz zaman dilimi
zaman zaman
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
ZAMAN AŞIMI
(Hukuk) Yıllanma; yasanın belirlediği koşullarda bir zamanın geçmesi ile bir hak kazanma veya bir yükten kurtulma yolu
Zaman almak
sürmek
Zaman aşımı
(Hukuk) MÜRURUZAMAN
Zaman harcamak
geçirmek
Zaman zaman
anbean
Zaman zaman
gahice
Zamanlar
(Hukuk) EZMİNE
zaman aşımı
Süre aşımı, müruruzaman
zamanlar
(Osmanlı Dönemi) ezmen
İngilizce - Türkçe

zaman teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

zaman geçirmek
spend time with
zaman makinesi
Time machine