zaman

listen to the pronunciation of zaman
Турецкий язык - Английский Язык
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

time

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

tense

It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist. - Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

hour

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

When I was a child, I spent many hours reading alone in my room. - Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.

time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
cycle
bout
while

He kept smoking all the while. - O her zaman sigara içmeye devam etti.

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
father time
mus. time, meter, rhythm
when: geldiği zaman when he came
whilst
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
day

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

I want to ask them when their wedding day is. - Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.

geol. era
season

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

when

When will you return? - Ne zaman geri döneceksin?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

sands
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

(Bilgisayar) time-scale
occasion

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

age

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

epoch
(Dilbilim) temporal
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

(Bilgisayar) time card
era
space

I'm sick and tired of you always parking in my space. - Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

times

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

He's behind the times in his methods. - O metotlarında zamanın gerisindedir.

duration
(Tıp) chrono-
(Bilgisayar) timecard
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
time; age, era, epoch, period; tense; reign
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

leeway
meantime
of time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

He will learn the facts in the course of time. - O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.

to time
year

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

What time of year do you usually like to spend time on the beach? - Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?

her zaman
always

To be always honest is not easy. - Her zaman dürüst olmak kolay değildir.

Mother always gets up early in the morning. - Anne her zaman sabahları erken kalkar.

ne zaman
when

When did the error occur? - Hata ne zaman meydana geldi?

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

zaman aşımı
time-out
şimdiki zaman
present

There's no time like the present. - Şimdiki zaman gibi zaman yok.

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

zaman kazanmak
gain time

To gain time we took the plane. - Zaman kazanmak için uçağa bindik.

zaman ayırabilmek
afford
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman zaman
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
zaman almak
occupy
zaman almak
take (time)
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
kill time
zaman geçirmek
spend time
zaman geçirmek
while away
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
Zaman geçtikçe
as time pass by
zaman akışı
When the flow
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman ayırmak
Allocate time
zaman eki
When the attachment
zaman harcama
waste time
zaman kaybetme
time loss
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman kaybetmek
lose time
zaman kazanma
to save time
zaman rölesi
(Elektrik, Elektronik) Time relay
zaman tüneli
time tunnel
zaman zaman
call me time to time

ara beni zaman zaman.

zaman zarfı
temporal adverb
zaman ayarlı
timed
zaman ayarı
timing
zaman aşımı
time out , timeout
zaman aşımına uğramış
statute barred
zaman aşımına uğramış
prescriptive
zaman belirteci gram
adverb of time
zaman buldukça
at odd moments
zaman bölmeli değiştirilmiş anahtarlama grubu
(Askeri) time division switching group modified
zaman bölmeli matrik fonksiyonu
(Askeri) time division matrix function
zaman bölmeli çoklama
(Askeri) time division multiplexed
zaman denklemi
equation of time
zaman kavramı
time sense
zaman kaybetmeden
in no time

We should be there in no time. - Zaman kaybetmeden orada olmalıyız.

A professional thief can jimmy a car door in no time. - Profesyonel bir hırsız bir araba kapısını bir levye ile zaman kaybetmeden açabilir.

zaman kazanmak
1. to save time. 2. (for someone) to gain time
zaman kazanmaya çalışmak
play for time
zaman kısıtlaması
guillotine
zaman okuma
(Bilgisayar) time reading
zaman safhalı ulaşım istekleri listesi
(Askeri) time-phased transportation requirements list
zaman zaman
from time to time, occasionally
zaman zaman
from time to time

I go to the library from time to time. - Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.

You should look after the children from time to time. - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.

zaman zaman
on and off

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

zaman zaman
betweenwhiles
zaman zaman
in places
zaman zaman
betweentimes
zaman zaman
ever and anon
zaman zaman
now and again
zaman zaman
now and then

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

I meet him at school now and then. - Zaman zaman okulda onunla karşılaşırım.

zaman öldürmek
idle about
zaman ölçeği
chronograph
zaman ayırmak
get round to
Zaman aralığı
Time range
zaman ayırmak
spare time

What should I do in order to spare time? - Zaman ayırmak için ne yapmalıyım?

zaman ayırmak
get around to
zaman ayırmak
allocate (some) time
zaman zaman
sporadic
zaman zaman
at times

At times, I can't trust him. - Zaman zaman, ona güvenemiyorum.

Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake. - Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.

zaman aralığı
time slot

The network is moving your show to another time slot. - Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.

zaman ayırmak
spare some time to
zaman geçirmek
(deyim) fill in time
zaman geçtikçe
as time goes by
zaman geçtikçe
in the process of time
zaman harcamak
dawdle
zaman harcamak
expend time
zaman harcamak
spend time

Tom didn't want to spend time in jail. - Tom hapiste zaman harcamak istemiyordu.

We have to spend time with Tom now. - Biz şimdi Tom ile zaman harcamak zorundayız.

zaman harcamak
fool around
zaman zaman
occasionally

The mother occasionally reread her son's letter. - Anne zaman zaman oğlunun mektubunu yeniden okuyordu.

Tom occasionally visited Mary at her parents' house. - Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.

zaman zaman
betimes
zamanlar
(Dilbilim) tenses
zaman aralığı
time period

The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period. - Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.

zaman aralığı
time interval

If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval. - Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.

zaman dilimi
time zone

I live in the Pacific time zone in the USA. - ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.

It's morning here in my time zone. - Benim zaman dilimimde burada sabah.

zaman dilimi
period of time
zaman dilimi
time frame
zaman geçirmek
play for time
zaman geçtikçe
as time goes on
zaman zaman
off and on
Zaman aşımı
lapse of time
Zaman geçtikçe
time passes
Zaman kaybı
a waste of time
zaman almak
to take time
zaman aralığı
time window
zaman aralığı
timespan
zaman ayırmak
allocate time to
zaman dilimi
timezone
zaman harcamak
to spend time
zaman içinde
in time of
zaman kaybı
wild goose chase

looking for a perfect job is a wild goose chase.

zaman kaybı
time loss
zaman vermek
giving time
zaman zaman
time to time

I go to the library from time to time. - Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.

I meet him from time to time. - Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.

geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval
zaman aşımı
time out, timeout
zaman dilimi
time slice
zaman dilimi
time frame , time slice
zaman dilimi
time frame, time slice
zaman harcamak
fiddle away
zaman kaybı
waste of time

Esperanto is surely an enormous waste of time! - Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!

Men believe that discussing problems is a waste of time. - İnsanlar sorunları tartışmanın bir zaman kaybı olduğuna inanıyorlar.

zaman kazanmak
stall
zaman kazanmak
to gain time, to buy time
zaman vermek
respite
zaman vermek
to set aside time (for) (something)
zaman zaman
now

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

I meet him at school now and then. - Zaman zaman okulda onunla karşılaşırım.

zaman zaman
on occasion

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

We've met on occasion. - Biz zaman zaman buluştuk.

zaman zaman
interval
zaman zaman
again
zaman zaman
anon
Английский Язык - Английский Язык
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Турецкий язык - Турецкий язык
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
Belirlenmiş olan an
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
Dönem, devir
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
Çağ, mevsim
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
devran
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

dem
adar
eyn
(Osmanlı Dönemi) AFUR
zaman bilimi
Tarihî olayların zamanını inceleme bilimi, kronoloji
zaman dizini
Tarihî olayların zaman bakımından sırası, kronoloji
zaman tüneli
Kesintisiz zaman dilimi
zaman zaman
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
ZAMAN AŞIMI
(Hukuk) Yıllanma; yasanın belirlediği koşullarda bir zamanın geçmesi ile bir hak kazanma veya bir yükten kurtulma yolu
Zaman almak
sürmek
Zaman aşımı
(Hukuk) MÜRURUZAMAN
Zaman harcamak
geçirmek
Zaman zaman
anbean
Zaman zaman
gahice
Zamanlar
(Hukuk) EZMİNE
zaman aşımı
Süre aşımı, müruruzaman
zamanlar
(Osmanlı Dönemi) ezmen
Английский Язык - Турецкий язык

Определение zaman в Английский Язык Турецкий язык словарь

zaman geçirmek
spend time with
zaman makinesi
Time machine