Definition von heyecanlı im Türkisch Englisch wörterbuch
- excited
Excited girls look pretty sometimes.
- Heyecanlı kızlar hoş görünebilir.
The band are very excited about their upcoming tour.
- Grup, gelecek turla ilgili çok heyecanlı.
- exciting
Today is a very exciting day.
- Bugün çok heyecanlı bir gün.
What an exciting game!
- Ne heyecanlı bir oyun!
- happy
We're very happy and very excited.
- Çok mutlu ve çok heyecanlıyız.
Tom seems to be happy and excited.
- Tom mutlu ve heyecanlı görünüyor.
- exciting; (something) which excites; marked by excitement
- lyrical
- delirious
- zealous
- vibrant
- tiptoe
- jumpy
- ardent
- in a flutter
- tremulous
- hecticical
- emotionalistic
- impassion
- hectical
- stormy
- zest
- uptight
- stirring
- (Pisikoloji, Ruhbilim) emotive
- atwitter
- sensational
- exercised
- action-packed
- nervous
I'm nervous and excited.
- Ben kaygılı ve heyecanlıyım.
Tom is nervous and excited.
- Tom sinirli ve heyecanlı.
- alive
What an exciting time to be alive.
- Hayatta kalmak için ne heyecanlı bir zaman.
- timid
- wrought-up
- exercise
- redhot
- warm
- effusive
- thrilling
In the most thrilling moment, everyone looked very tense.
- En heyecanlı anda herkes çok gergin görünüyordu.
- passionate
- breathtaking
- gone
- heated
- crazed
- excited; agitated; emotional
- hot
- glowing
- aglow
- emotional
- inspired
- dramatic
- impassioned
- excitable; emotional
- hectic
That week in Boston was pretty hectic.
- Boston'daki o hafta oldukça heyecanlıydı.
It was a little hectic.
- O biraz heyecanlıydı.
- rhapsodical
- febrile
- feverish
You're still feverish.
- Sen hâlâ heyecanlısın.
- excitable
- spirited
- in a lather
- suspenseful, full of suspense; thrilling
- agog
- declamatory
- het up
- excitable; excited; exciting, thrilling, stirring
- agitated
I feel tense and agitated when I have too much work to do.
- Yapacak çok işim olduğu zaman gergin ve heyecanlı hissediyorum.
Tom is still very agitated.
- Tom hâlâ çok heyecanlı.
- astir
- nail biting
- gripping
- rhapsodic
- intense
- heady
- timorous
- startling
- heyecan
- thrill
If the loser smiled the winner will lose the thrill of victory.
- Kaybeden gülümserse kazanan zaferin heyecanını kaybeder.
He's thrilled with his new job.
- O, yeni işinde heyecanlanıyor.
- heyecan
- {i} excitement
Don't you want a little excitement?
- Birazcık heyecan istemez misin?
The excitement reached its peak.
- Heyecan doruk noktasına ulaştı.
- heyecanlı hikâye
- thriller
- heyecanlı film
- thriller
- heyecanlı kitap
- thriller
- heyecanlı oyun
- thriller
- heyecanlı bir halde
- warmly
- heyecanlı olmak
- be worked up
- heyecanlı bir bekleyiş
- under dog
- heyecanlı bir biçimde
- frenetically
- heyecanlı bir şekilde
- inspiredly
- heyecanlı bir şekilde
- rhapsodically
- heyecanlı bir şekilde
- excitingly
- heyecanlı bir şekilde
- burbly
- heyecanlı bir şekilde
- hecticly
- heyecanlı bir şekilde
- emotionally
- heyecanlı bitiş
- grandstand finish
- heyecanlı depresyon
- (Pisikoloji, Ruhbilim) agitated depression
- heyecanlı dizi
- (Televizyon) cliff-hanger
- heyecanlı dizi
- (Televizyon) cliffhanger
- heyecanlı dizi film
- (Televizyon) cliffhanger
- heyecanlı dizi film
- (Televizyon) cliff-hanger
- heyecanlı hikâye
- shocker
- heyecanlı kalabalık
- exited crowd
- heyecanlı kimse
- emotionalist
- heyecanlı konuşma
- declamation
- heyecanlı konuşma yapmak
- declaim
- heyecanlı konuşmacı
- rhapsodist
- heyecanlı konuşmacı
- tub-thumper
- heyecanlı kılmak
- sensationalize
- heyecanlı olarak
- hectically
- heyecanlı olay
- rouser
- heyecanlı olaylar dizisi
- drama
- heyecanlı resimli roman
- (Televizyon) cliff-hanger
- heyecanlı roman
- shocker
- heyecanlı ucuz roman
- dime novel
- heyecanlı varış
- cliffhanger
- heyecan
- sensation
That was a respectable performance, but it definitely wasn't sensational.
- Bu saygın bir performans oldu, ama kesinlikle heyecan verici değildi.
The movie created a great sensation.
- Film büyük bir heyecan yarattı.
- heyecan
- excitement, thrill, flutter, fluster, the jitters, kick; enthusiasm, emotion
- heyecan
- {i} fever
You're still feverish.
- Sen hâlâ heyecanlısın.
- heyecan
- {i} emotion
Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion.
- Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.
She didn't display any type of emotion.
- O herhangi tipte heyecan göstermedi.
- heyecan
- {i} spice
- heyecan
- affect
- heyecan
- {i} stir
The news is creating a stir.
- Haber heyecan yaratıyor.
The news caused a huge stir.
- Haber büyük bir heyecan yarattı.
- heyecan
- taking
- heyecan
- trepidation
- heyecan
- jitter
- heyecan
- agitate
Tom was in a very agitated state.
- Tom çok heyecanlı bir durumdaydı.
I feel tense and agitated when I have too much work to do.
- Yapacak çok işim olduğu zaman gergin ve heyecanlı hissediyorum.
- heyecan
- ery
- heyecan
- enthusiasim
- heyecan
- whirl
- heyecan
- turn
She turned on her lover.
- O, aşkını heyecanlandırdı.
He turns me on when he wears those clothes.
- O, bu elbiseyi giydiği zaman beni heyecanlandırır.
- heyecan
- ardour
- heyecan
- storm
- heyecan
- flutter
- heyecan
- buck fever
- heyecan
- perturbation
- heyecan
- scene
That's a heartwarming scene.
- Bu heyecanlandırıcı bir sahne.
- heyecan
- flurry
- heyecan
- tumult
- heyecan
- spirit
- heyecan
- jitters
- heyecan
- ferment
- heyecan
- feeling
- heyecan
- tizzy
- heyecan
- stew
- heyecan
- vibe
- heyecan
- excited to
- heyecan
- thrill to
It's always a thrill to play with you.
- Seninle oynamak her zaman bir heyecan.
- en heyecanlı yeri
- thick
- en heyecanlı yerinde
- in the thick of it
- fazla heyecanlı
- overstrung
- heyecan
- ardour [Brit.]
- heyecan
- animation
- heyecan
- flush
- heyecan
- fermentation
- heyecan
- agitation
- heyecan
- flap
- heyecan
- ardor
- heyecan
- commotion
- heyecan
- fire
- heyecan
- excitement; ardor; agitation; emotion
- heyecan
- enthusiasm
The children played in the mud with enthusiasm.
- Çocuklar heyecanla çamurda oynadılar.
I don't share your enthusiasm.
- Ben de senin heyecanını paylaşmıyorum.
- heyecan
- exaltation
- heyecan
- dither
- heyecan
- bang
- heyecan
- drama
It was a dramatic moment.
- Heyecan verici bir andı.
- heyecan
- suspense (pleasant excitement as to the outcome of a situation)
- heyecan
- the shivers
- heyecan
- tension
- heyecan
- {i} kick
I get a kick from diving.
- Ben dalmaktan heyecan duyuyorum.
He killed the old lady just for kicks.
- Sadece heyecan olsun diye yaşlı bayanı öldürdü.
- heyecan
- {i} rhapsody
- heyecan
- {i} vibes
- heyecan
- fluster
- heyecan
- {i} yeast
- heyecan
- swivet
- heyecan
- splash
- heyecan
- {i} twitter
- heyecan
- state
Tom was in a very agitated state.
- Tom çok heyecanlı bir durumdaydı.
- heyecan
- {i} ruffle
- heyecan
- {i} furore
- heyecan
- {i} wallop
- heyecan
- frisson
- heyecan
- {i} furor
- heyecan
- {i} vibration
- heyecan
- {i} pucker
- heyecan
- {i} warmth
- heyecan
- {i} springtide
- heyecan
- {i} glow
- heyecan
- razzle dazzle
- heyecan
- {i} tingle
- heyecan
- {i} shiver
- yükseklere çıkıp birden inen heyecanlı tren
- roller coaster
- zihni bulanık-heyecanlı
- (Pisikoloji, Ruhbilim) confused-agitate