He is a good boy, and he is strong.
- O, iyi bir çocuktur ve güçlüdür.
Everyone has both strong and weak points.
- Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
Japan was becoming more powerful in Asia.
- Japonya Asya'da daha güçlü hale geliyordu.
The soldiers had more powerful weapons.
- Askerlerin daha güçlü silahları vardı.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
Lead is a potent neurotoxin.
- Kurşun güçlü bir nörotoksindir.
This snake's venom is very potent.
- Bu yılanın zehiri çok güçlü.
Such drastic economic growth cannot be sustained.
- Böyle güçlü ekonomik büyüme sürdürülemez.
The strong wind indicates that a storm is coming.
- Güçlü rüzgar bir fırtınanın geleceğini gösterir.
The white spots on Saturn are believed to be powerful storms.
- Satürn üzerindeki beyaz lekelerin, güçlü fırtınalar olduklarına inanılır.
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Dan was known to have high-powered weapons.
- Dan'ın yüksek güçlü silahlara sahip olduğu biliniyordu.
Tom owns a high-powered rifle.
- Tom'un yüksek güçlü bir tüfeği var.
Our friendship remained firm.
- Bizim dostluğumuz güçlü kaldı.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
The slave has his pride; he agrees to obey only the most vigorous despot.
- Kölenin gururunu vardır; o sadece en güçlü despota itaat etmeyi kabul eder.
Don't talk in such a high and mighty way.
- Böyle yüksek ve güçlü şekilde konuşma.
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
He has an acute sense of observation.
- O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
Since he was able to walk so far, he must have strong legs.
- Bu kadar uzağa yürüyebildiği için, o güçlü bacaklara sahip olmalı.
Tom is barely able to stay awake.
- Tom güçlükle uyanık kalabildi.
Turkey was stronger than Greece.
- Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
Your team is stronger than ours.
- Senin takım bizimkinden daha güçlü.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
The strengthening of competitiveness on export markets is an urgent need.
- İhracat pazarlarında rekabet gücünün güçlendirilmesi acil bir ihtiyaçtır.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
In the first few hours of the battle, Union forces were winning.
- Savaşın ilk birkaç saati içinde, Birlik güçleri kazanıyorlardı.
The Japanese military forces seemed too strong to stop.
- Japon askeri güçleri durdurmak için çok güçlü görünüyordu.
Oh Tom, you big, strong man! Come here and kiss me! I'm sorry! I'm married!
- Ah Tom, sen büyük, güçlü adamsın! Buraya gel ve beni öp! Üzgünüm! Ben evliyim!
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
Even the mightiest of empires comes to an end.
- En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
Hercules had strong muscles.
- Herkül'ün güçlü kasları vardı.
Without strong tendons, large muscles are of no use.
- Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom could hardly keep from laughing when he saw Mary trying to juggle some balls.
- Tom Mary'yi top cambazlığı yapmaya çalışırken gördüğünde gülmemek için kendini güçlükle frenledi.
They are trying to cozy up to imperialist forces in order to achieve their political aims.
- Onlar politik amaçlarına ulaşmak için sömürgeci güçlere yaranmaya çalışmaktadırlar.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
He has very strong arms.
- Onun çok güçlü kolları var.
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.