Taro has a strong sense of responsibility.
- Taro güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir.
Turkey was stronger than Greece.
- Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
The soldiers had more powerful weapons.
- Askerlerin daha güçlü silahları vardı.
Japan was becoming more powerful in Asia.
- Japonya Asya'da daha güçlü hale geliyordu.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
Lead is a potent neurotoxin.
- Kurşun güçlü bir nörotoksindir.
Imagination is a very potent tool.
- Hayal gücü çok güçlü bir araçtır.
Such drastic economic growth cannot be sustained.
- Böyle güçlü ekonomik büyüme sürdürülemez.
Sami shared his powerful story.
- Sami güçlü hikayesini paylaştı.
The strong wind indicates that a storm is coming.
- Güçlü rüzgar bir fırtınanın geleceğini gösterir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Dan was known to have high-powered weapons.
- Dan'ın yüksek güçlü silahlara sahip olduğu biliniyordu.
Tom owns a high-powered rifle.
- Tom'un yüksek güçlü bir tüfeği var.
Our friendship remained firm.
- Bizim dostluğumuz güçlü kaldı.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
He looks very vigorous, considering his age.
- Yaşını göz önünde bulundurursak, o çok güçlü görünüyor.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
You're a mighty good feller.
- Sen güçlü iyi bir arkadaşsın.
The music alone wasn't enough to give voice to his feelings. A mighty choir was required!
- Müzik tek başına duygularına ses vermek için yeterli değildi. Güçlü bir koro gerekiyordu!
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
He has an acute sense of observation.
- O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
Tom is barely able to stay awake.
- Tom güçlükle uyanık kalabildi.
Since he was able to walk so far, he must have strong legs.
- Bu kadar uzağa yürüyebildiği için, o güçlü bacaklara sahip olmalı.
Turkey was stronger than Greece.
- Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
He is stronger than I am.
- O benden daha güçlüdür.
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
Everyone has strengths and weaknesses.
- Herkesin güçlü ve zayıf yönleri vardır.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack.
- Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.
What happens when an unstoppable force hits an unmovable object?
- Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?
Oh Tom, you big, strong man! Come here and kiss me! I'm sorry! I'm married!
- Ah Tom, sen büyük, güçlü adamsın! Buraya gel ve beni öp! Üzgünüm! Ben evliyim!
Even the mightiest of empires comes to an end.
- En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.
I might seem strong, but in actuality I am anything but.
- Ben güçlü görünebilirim ama hiç de değilim.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
He muscled his way through the crowd.
- Kalabalığın içinde güçlükle ilerledi.
You need to have strong thigh muscles to skate.
- Paten yapmak için güçlü uyluk kaslarının olması gerekir.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
She had no difficulty in learning the poem by heart.
- O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom could barely hear what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.
The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other.
- Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
He has very strong arms.
- Onun çok güçlü kolları var.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.