bütün bütün teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- totally
- altogether
- utter
- whole
- stubbornness
- (deyim) for good and all
- up to the hilt
- altogether, totally
- through and through
- thru and thru
- utterly
- totally, altogether
- wholly
- hilt
- flat
- completely
- trans
- stark
- teetotal
- bütün
- all
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
- bütün
- whole
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- bütün
- entire
This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
- bütün
- complete
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- bütün bütüne
- completely, altogether
- bütün
- utter
- bütün olarak düşünmek
- structure
- bütün bunlara rağmen
- nevertheless
Nevertheless, I'm immensely proud.
- Bütün bunlara rağmen, ben son derece gurur duyuyorum.
- bütün
- pan
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
- bütün
- intact
- bütün
- every
Everyone in the class is here today.
- Bugün bütün sınıf burada.
All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations.
- Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.
- bütün eserler
- complete works
- bütün olarak
- totally
- dini bütün
- devout
- bir bütün halinde
- (Tıp) enblock
- bir bütün olarak
- as a whole
- bir bütün olarak
- in the aggregate
- bütün
- out-and-out
- bütün
- monolith
- bütün
- grand
Tom has been staying with his grandmother all summer.
- Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
- Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.
- bütün
- continuum
- bütün
- overall
- bütün
- thorough
- bütün
- full
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
My whole day was full of surprises.
- Bütün günüm sürprizlerle doluydu.
- bütün
- all-out
- bütün
- entirely
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
- bütün
- sum total
- bütün
- integral
- bütün
- integrate
- bütün ayrıntılarıyla
- warts and all
- bütün ayrıntılarıyla
- at large
- bütün bunlara rağmen
- even so
- bütün bunlara rağmen
- for all that
- bütün bunlara rağmen
- despite all
- bütün bunlara rağmen
- still
- bütün bunlara rağmen
- even then
- bütün dosyalar
- (Bilgisayar) all files
- bütün dünyada
- worldwide
- bütün dünyada
- throughout the world
- bütün dünyada
- the world over
- bütün gece çalışmak
- pull an all-nighter
- bütün gün
- early and late
- bütün gün
- a clear day
- bütün gün
- full time
- bütün haklar
- (Ticaret) all rights
- bütün halinde
- bodily
- bütün haline gelmek
- coalesce
- bütün hızı ile
- in full career
- bütün hızıyla
- in full course
- bütün kalbimle
- with my whole heart
- bütün kullanıcılar
- (Bilgisayar) all users
- bütün kuvvetimle
- as far as in me lies
- bütün kuvvetiyle
- for dear life
- bütün kuvvetiyle
- in force
- bütün kuvvetiyle
- all-out
- bütün malını satmak
- sell out
- bütün masraflar
- all expenses
- bütün olarak
- in the lump
- bütün oluşturmak
- (deyim) make up
- bütün sayfalar
- (Bilgisayar) all pages
- bütün sistem
- systemwide
- bütün tehlikeler
- (Sigorta) all risks
- bütün vakit
- right along
- bütün vatandaşlar
- citizenry
- bütün yil
- year round
- bütün yol
- (Bilgisayar) full path
- bütün yıl
- through the year
- bütün yıl
- all the year round
- bütün yıl boyunca
- year round
- bütün yıl boyunca
- (Konuşma Dili) all the year round
- bütün yıl boyunca
- year-round
- bütün çeker
- low-gear all wheel drive
- dini bütün
- religious
- dini bütün
- pious
- dini bütün
- god-fearing
- bütün insanları göz önüne alan
- takes into consideration all the people
- bütün insanları içine alan varlık
- to encompass all human existence
- bütün kilitleri açan anahtar
- passepartout
- bütün tamir
- (Askeri) overhaul
- başı bütün
- married (person)
- bir bütün halinde toplamak
- embody
- bölünmez bütün
- (Kanun) indivisible whole
- bütün
- out and out
- bütün
- totality
- bütün
- (a) whole, (a) totality
- bütün
- total, sum
- bütün
- whole, entire, total; all
- bütün
- clear
- bütün
- unbroken
- bütün
- round
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
It is warm there all the year round.
- Orada hava bütün yıl boyu sıcak.
- bütün
- solid
- bütün
- undivided
- bütün
- (before plural form) all
- bütün
- omni
- bütün
- all over the
There was peace all over the world.
- Bütün dünyada barış vardı.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
- bütün
- one and only
- bütün
- whole, entire, total, complete
- bütün
- holo
- bütün
- gross
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
- bütün
- large (bill, money)
- bütün
- total
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
I'm totally not exaggerating.
- Bütünüyle abartmıyorum.
- bütün
- complement
- bütün
- aggregate
- bütün
- all out
- bütün
- unbroken, undivided
- bütün
- the total
- bütün
- the whole
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
- bütün
- sheer
- bütün Sınıflar muharebe teşhis ve değerlendirme takımı
- (Askeri) all Services combat identification evaluation team
- bütün amerika'ya ait
- Pan-American
- bütün aygıtlar
- (Bilgisayar) all devices
- bütün ayrıntıları
- ins and outs
- bütün benliğiyle
- (deyim) body and soul
- bütün bir yıl
- all year round
- bütün civarda
- for many miles around
- bütün dikkatiyle
- (Konuşma Dili) all eyes
- bütün duraklarda duran tren
- local train
- bütün dünya
- all the world
All the world speaks English.
- Bütün dünya İngilizce konuşuyor.
All the world loves a lover.
- Bütün dünya bir sevgiliyi seviyor.
- bütün dünya
- wide world
I think you're the most beautiful woman in the whole wide world.
- Sanırım sen bütün dünyada en güzel kadınsın.
- bütün dünyaya ait
- mondial
- bütün düşündüğü bu
- that's all he cares about
- bütün eşyası ile
- bag and baggage
- bütün eşyasıyla
- bag and baggage
- bütün fileto
- whole loin
- bütün fırsatı kullanmış olmak
- have had one's chips
- bütün gece
- all night long
- bütün gece
- all night
- bütün gece
- nightlong
- bütün gece açık olan
- all night
- bütün gece içmek
- (deyim) go on a bat
- bütün gövde
- (Otomotiv) body complete
- bütün gücünü kullanmak
- go all out
- bütün gücüyle
- forall one is worth
- bütün gücüyle
- (Konuşma Dili) like blue murder
- bütün gün
- day long
He does nothing but watch TV all day long.
- Bütün gün televizyon izlemekten başka bir şey yapmaz.
He has been working all day long.
- O, bütün gün boyunca çalışmaktaydı.
- bütün gün
- all day
I stayed at home all day instead of going to work.
- İşe gitmek yerine bütün gün evde kaldım.
He built castles in the air all day.
- Bütün gün boşa kürek salladı.
- bütün gün
- all day long
He has been working all day long.
- O, bütün gün boyunca çalışmaktaydı.
I was in bed all day long yesterday.
- Dün bütün gün boyunca yataktaydım.
- bütün gün ayaktayım
- i am on my legs all day
- bütün gün çalışmak
- (Ticaret) work full time
- bütün herkes bakımından geçerli
- (Hukuk) erga omnes
- bütün hızla
- (Askeri) full steam
- bütün hızıyla
- at full tilt
- bütün ilgililer
- (Askeri) all concerned
- bütün kalbimle
- with all my heart
- bütün kalbiyle
- from one's heart
- bütün kalbiyle
- (deyim) body and soul
- bütün kapsamı ile
- in the large
- bütün kapıları açan anahtar
- passkey
- bütün kapıları kapatmak
- close the door on
- bütün kapıları kapatmak
- shut the door on
- bütün kapıları kapatmak
- bang the door on
- bütün kilitleri açan anahtar
- master key
- bütün kurallara aykırı
- counter to all rules
- bütün mahalle
- the whole parish
- bütün mesele
- the whole issue
- bütün mesele burada
- but there it is
- bütün millete ait
- nation wide
- bütün olan bitenden sonra
- after all
- bütün olarak
- completely
- bütün olarak
- bodily
- bütün olarak
- en bloc
- bütün olarak
- outright
- bütün parayı kazanmak
- break the bank
- bütün personel
- officiary
- bütün sorun
- the whole issue
- bütün sosyete
- all the world and his wife
- bütün suçlamalardan uzak
- beyond all blame
- bütün sürümler
- (Bilgisayar) all versions
- bütün varlıkların tanrı olduğu görüşü
- pantheism
- bütün varlığıyla
- body and soul
- bütün vücudu
- one's whole body
- bütün vücut dozu
- (Çevre) whole-body dose
- bütün yaamı boyunca
- forthe life
- bütün çabuklukla
- with all despatch
- bütün çıplaklığıyla
- without hiding anything
- bütün ödülleri kazanmak
- clear the deck
- bütün ömrümde
- in all my born days
- bütün üyelerin hazır bulunduğu
- plenary
- bütün şey
- integral
- bütün-kaya analizi
- (Jeoloji) whole-rock analysis
- dini bütün
- sincerely religious, entirely given to the Islamic faith and observing its laws. din değiştirmek/inden dönmek to change one's religion
- dini bütün
- prayerful
- dini bütün
- pious, religious
- dini bütün bir şekilde
- prayerfully
- dini bütün kimse
- Christian
- erişilebilir bütün araştırma alanı
- (Askeri) total attainable search area
- imanı bütün
- 1. (someone) whose religious faith is strong. 2. true believer, person whose religious faith is strong
- kentsel bütün
- (İnşaat) urban complex
- ulusun bütün tanrıları
- pantheon