dikme

listen to the pronunciation of dikme
Türkçe - İngilizce
sewing

The lonely patient derives pleasure from sewing. - Yalnız hasta dikiş dikmekten zevk alıyor.

You are very good at sewing. - Dikiş dikmekte çok iyisin.

only child
lace
shock strut
seedling
board
(İnşaat) bay
truck
stile
(Anatomi) suturation
pole
planting; erection; perpendicular; seedling; only child; pole, post; derrick
plant

I have to plant trees in the garden. - Bahçeye ağaç dikmek zorundayım.

In order to make us and everyone else remember this day, I ask everyone to plant a tree with us. - Bize ve başka herkese bu günü hatırlatmak için, bizimle birlikte herkese bir ağaç dikmesini rica ediyorum.

planting
erection
(yapı) bay
erecting
pillar
fixing
sewing; stitching
{i} potting
perpendicular
implantation
dikmek
{f} erect
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

dik
steep

The path zigzagged up the steep slope. - Yol dik yamaca doğru zikzak çiziyordu.

We climbed the steep slope. - Dik bir yamaca tırmandık.

dikmek
stitch
dikmek
sew

You are very good at sewing. - Dikiş dikmekte çok iyisin.

The lonely patient derives pleasure from sewing. - Yalnız hasta dikiş dikmekten zevk alıyor.

dik
{s} vertical

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

dikmek
plant

I have to plant trees in the garden. - Bahçeye ağaç dikmek zorundayım.

dikme tarihi
(Bilgisayar) date repotted
dikme bağlama bloğu
pillar mounting block
dikme gergisi
(İnşaat) derricking tie
dikme halkası
recessed ring
dikme ile yük yerleştirmek
steeve
dikme tabanı
pole plate
dikme tela
(Tekstil) sew-in interfacing
dikme valf
poppet valve
dikme valfı
poppet
dikme valfı
poppet valve
direk dikme
pole setting
dikmek
{f} construct
dikmek
{f} crop
dikmek
cock
dikmek
set
dik
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

This monument was erected in February, 1985. - Bu anıt, Şubat 1985'te dikildi.

dikmek
sew up
dikmek
sow
dikmek
prick
dikmek
{f} fix
dikmek
mend
gözünü dikme
stare
dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dikmek
stand
dikmek
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

dikmek
stick up
dikmek
fix eye
dikmek
drain
dikmek
drink off
dikmek
cockbill
dikmek
station
dikmek
engrafting
fidan dikme
(Bilgisayar) planting
dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
{f} pot

Watch out! There's a pothole in the road. - Dikkat et! Yolda çukur var.

Tom made a list of potential problems that we should watch out for. - Tom dikkat etmemiz gereken potansiyel sorunların bir listesini yaptı.

dik
sew

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

Would you sew a button on my shirt? - Gömleğime bir düğme diker misin?

dik
{f} sewing

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

Tom sewed the button back on his shirt. - Tom düğmeyi gömleğine geri dikti.

dik
transplant

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

The doctor gave her four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dikmek
set up
dikmek
upend
dikmek
rear
dikmek
seam
dikmek
raise
dik
intent

She watched the birds intently and joyfully. - Kuşları dikkatle ve sevinçle izledi.

Tom stared at Mary intently. - Tom dikkatle Mary'ye baktı.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

Tom planted three apple trees in his yard. - Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.

About a dozen trees had soon been planted. - Yaklaşık bir düzine ağaç kısa sürede dikilmişti.

dikmek
to sew
fidan dikme
planter
çuval dikme makinesi
sack sewing machine
(fide/tohum) karığa dikme
(Tarım) furrow planting
Ağaç dikme günü
Bird Day
Ağaç dikme günü
Arbor Day
ana dikme
queen post
ağaç dikme
arbour [Brit.]
ağaç dikme
arbor
boru dikme
pipe column
devirme dikme
(İnşaat) hinged stanchion
dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work. - İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

A square is both a rectangle and a rhombus. - Bir kare hem dikdörtgen hem de eşkenar dörtgendir.

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
dikmek
to plant (a seedling, tree)
dikmek
perk
dikmek
to build, construct, put up
dikmek
to set down (a ball) for play
dikmek
prick up
dikmek
bed
dikmek
stitch up
dikmek
seam together
dikmek
(göz) rivet
dikmek
to shoot or throw (something) directly up
dikmek
perk up
dikmek
needle

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

dikmek
(yara) suture
dikmek
ingraft
dikmek
set out
dikmek
to station (a guard)
dikmek
lay down
dikmek
to sew, to stitch; to plant; to set up, to erect, to raise; (gözlerini) to stare; (kulak) to prick up, to cock; to drink off, to drain, to down
dikmek
(nöbetçi) post
dikmek
seam up
dikmek
tailor
dikmek
rest on
dikmek
engraft
dikmek
fix (eye)
dikmek
to set up, erect
dikmek
put stitches in
dikmek
bed out
dikmek
(bakış) rest
dikmek
to toss down (a drink) in one swig
dikmek
(bitki) plant
dikmek
post
dikmek
{f} implant
dikmek
dibble
dikmek
fix eye on
eksenel yüklü dikme
axially loaded strut
fidan dikme makineleri
(Bilgisayar) planters
fidan dikme makinesi
planter
fide dikme makinesi
transplanter
gözünü dikme
gaze
hidrolik dikme
(Havacılık) hydraulic strut
hidrolik dikme
(Havacılık,Teknik) oleo strut
kayma dikme
retractable stanchion
orta dikme
math . perpendicular bisector
pamuk doldurup dikme
quilting
saksıya dikme
potting
tarha dikme
(fidan) bedding out
tohum dikme
seed plant
trafik işaretleri dikme
posting signs
yekpare dikme
monolith
yorgan gibi dikme
quilting
çift dikme
double strut
Türkçe - Türkçe
Ağaç, direk
Yük kaldırmakta kullanılan bir direkli maçuna
Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk: "Bir ocakta bir dikme."- Atasözü
Yeni dikilmiş fidan
Düşey taşıyıcı direk
Meyve fidanı
Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk
Fidan, yeni dikilmiş fidan
Dikmek işi
Dikey olan doğru veya düzlem, amut
Ahşap yapılarda pencere ve kapı yanlarına dikilen direklerden her biri
(Osmanlı Dönemi) KETB
amut
Dikmek
(Osmanlı Dönemi) HİYASET
Dikmek
(Osmanlı Dönemi) HARZ
Dikmek
(Osmanlı Dönemi) HUS
Dikmek
(Osmanlı Dönemi) HIYASA
DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikmek
Kurmak, inşa etmek
dikmek
Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek
dikmek
Biçilmiş veya yırtılmış kumaş, deri, yara vb.ni iğneye geçirilmiş iplikle tutturmak
dikmek
Bardak, kadeh, testi gibi kapların içindeki bir çırpıda, bir solukta içmek: "Doldurmasıyla kadehini dikmesi, gözünü kırpmadan tek yudumda devirmesi bir oluyor."- A. İlhan
dikmek
Top vb.ni oyun alanında belirli bir yere koymak
dikmek
Yapı kurmak, inşa etmek
dikmek
Bir cismi dik olarak durdurmak
dikmek
Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek: "Boş toprağa bir koru dikseniz otuz yılda gölge verir."- F. R. Atay
dikmek
bir çırpıda, bir solukta içmek
dikmek
Top, taş gibi şeyleri dikine havaya atmak
dikmek
Beklemek için birini bir şeyin başına getirmek
orta dikme
Bir doğru parçasına orta noktasında dik olan doğru
dikme