kötülük

listen to the pronunciation of kötülük
Türkisch - Englisch
evil

She told me about the evils of stealing. - O bana çalmanın kötülüklerinden bahsetti.

Money is the root of all evil. - Para tüm kötülüklerin anasıdır.

harm

It did more harm than good. - O iyilikten daha çok kötülük yaptı.

It does more harm than good. - O iyilikten çok kötülük yapar.

iniquity
blackness
devilry
badness; bad action, wrong, harm, wrongdoing, disservice; evil, wickedness, malice
malfeasance
malice

Such things are often a result of accident rather than malice. - Bu tür şeyler çoğunlukla kötülükten daha ziyade bir kaza sonucudur.

She bears malice toward our group. - O bizim gruba karşı kötülük taşımaktadır.

misdeed
wickedness
badness, wickedness
badness
villainy
vice

Boredom is the beginning of all vices. - Sıkıntı tüm kötülüklerin başlangıcıdır.

An army is a nation within a nation; it is one of the vices of our age. - Ordu, devlet içinde bir devlettir, çağımızın kötülüklerinden biridir.

malicious or evil action, wrong, harm
disservice

Dan is doing a disservice to the community. - Dan topluma kötülük yapıyor.

You're doing us a great disservice. - Bize büyük bir kötülük yapıyorsun.

spitefulness
perversity
misdoing
(Hukuk) atrocity
viciousness
malignity
darkness
enormity
pernicious
evilness
hotbed
malignancy
ill
heinousness
bane
malignment
mischief
a bad turn
grievousness
belial
grottiness
egregious
beastliness
hellish
maleficence
wrongdoing
deviltry
venom
rotten
kötü
wicked

Punish the wicked and save the weak. - Kötüleri cezalandır ve zayıfları koru.

The wicked Haman tried to wipe out all of the Jews in the kingdom of Persia. - Kötü Haman Pers krallığındaki Yahudilerin hepsini silip yok etmeye çalıştı.

kötü
poor

We had a poor harvest because of the lack of water. - Su yokluğu nedeniyle kötü hasat hasat yaptık.

He's still in poor health after his illness. - Hastalığından sonra onun sağlığı hâlâ kötü.

kötü
evil

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

Money is the root of all evil. - Para tüm kötülüklerin anasıdır.

kötü
bad

He is such a bad person that everybody dislikes him. - O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.

Don't say bad things about others. - Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.

kötülük getirmek
to bring evil/harm
kötülük belirtisi
portent
kötülük eden
malfeasant
kötülük eden kimse
evil doer
kötülük eden kimse
malefactor
kötülük eden kimse
malfeasant
kötülük eden kimse
mischief-maker
kötülük eden kimse
rascal
kötülük etme
malefaction
kötülük etmek
to do (someone) harm
kötülük etmek
injure
kötülük etmek
harm
kötülük etmek
to harm, to do sb dirt
kötülük yapan kimse
misdoer
kötülük yapmak
do evil

It's not necessary to do evil in order to accomplish good. - İyiyi başarmak için kötülük yapmak gerekli değil.

kötü
nasty

Tom gave Mary a nasty look. - Tom Mary'ye kötü bir görünüm verdi.

He caught a nasty cold because he stayed up late last night. - Dün gece geç saatlere kadar yatmadığı için kötü üşüttü.

kötü
worse

Shylock is greedy, and what is worse, very stingy. - Shylock aç gözlü, ve daha kötüsü,çok pintidir.

Tom speaks French worse than English. - Tom, Fransızcayı İngilizceden daha kötü konuşur.

kötü
haunted
kötü
lousy

My uncle is a lousy driver. - Amcam kötü bir sürücü.

I'm a lousy fisherman. - Ben kötü bir balıkçıyım.

kötü
miserable

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

kötü
frightful
kötü
dissolute
kötü
evildoer

He is an evildoer, are you aware of that? - O bir kötülük eden bir kimse, bunun farkında mısın?

kötü
angrily; malevolently; maliciously
kötü
perverted
kötü
fatal
kötü
gross
kötü
baneful
kötü
dreadfull
kötü
eviler
kötü
(Konuşma Dili) really (used as an intensifier): Kötü acıyor. It really hurts
kötü
evilest
kötü
bleak

My prognosis is bleak. - Benim prognozum kötü.

kötü
not good
kötü
badly

It's ached before, but never as badly as right now. - Daha önce ağrıyordu, ama asla şu andaki kadar kötü bir şekilde değil.

I must have expressed myself badly. - Ben kendimi kötü bir şekilde ifade etmiş olmalıyım.

kötü
adverse
kötü
poorly

Ford was poorly educated. - Ford kötü eğitim gördü.

One problem translators face is that sometimes the source document is poorly written. - Çevirmenlerin karşılaştığı bir sorun kaynak belgenin kötü yazılmasıdır.

kötü
{s} horrible

Tom couldn't shake the feeling that something horrible was about to happen. - Tom kötü bir şey olmak üzere olduğu hissini atlatamadı.

You're not a horrible person. - Sen kötü bir insan değilsin.

kötü
{s} dark

It got dark, and what was worse, it began to rain. - Hava karardı ve daha da kötüsü yağmur yağmaya başladı.

Beth is afraid of the dark because of her evil brother. - Beth kötü erkek kardeşinden dolayı karanlıktan korkuyor.

kötü
sorry

You called me at bad time. Sorry, I'm busy. - Kötü bir zamanda beni aradın. Üzgünüm, meşgulüm.

Sorry, I'm bad at explaining. - Kusura bakma, açıklama yapma konusunda kötüyüm.

kötü
crummy
kötü
{s} rough

Tom had a rough day at work. - Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.

kötü
{s} malign

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

kötü
hedge
kötü
{s} dreadful
kötü
beastly
kötü
wretched
kötü
sticky
kötü
(Felsefe) wrong

There was nothing wrong with their ability, it was just that the expense for each unit was so vast that the cost performance was bad. - Onların yeteneğiyle ilgili yanlış bir şey yoktu, o sadece maliyet performansı kötü olan her bir ünite için giderin çok yüksek olmasıydı.

We got off on the wrong foot. - Kötü bir başlangıç yaptık.

kötü
transgressive
kötü
reprobate
kötü
unwell

Sami was feeling unwell. - Sami kendini kötü hissediyordu.

kötü
unfortunate

Unfortunately, I have bad news. - Ne yazık ki kötü haberim var.

Unfortunately, Brian met with bad weather. - Ne yazık ki, Brian kötü hava ile karşılaştı.

kötü
unfavourable
kötü
wrongful
kötü
(Argo) wack
kötü
bitter

I had a bad cough, so I took the bitter medicine. - Kötü bir öksürüğüm vardı, bu yüzden acı reçete aldım.

kötü
worthless
kötü
corrupt

The corruption of the best is the worst. - En iyi yolsuzluk, en kötüdür.

Money was corrupting Tom. - Para Tom'u kötü yola sürüklüyordu.

kötü
(Tıp) mis-
kötü
vice

Gambling isn't one of Tom's vices. - Kumar Tom'un kötü alışkanlıklarından biri değil.

An army is a nation within a nation; it is one of the vices of our age. - Ordu, devlet içinde bir devlettir, çağımızın kötülüklerinden biridir.

kötü
(deyim) go hard with
kötü
(deyim) go hard for
kötü
awful

Last summer was awful. - Geçen yaz çok kötüydü.

You look awful. What happened? - Çok kötü görünüyorsun. Ne oldu?

kötü
pernicious
kötü
nice

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

He is very nice. He never speaks ill of others. - O çok kibardır. Başkalarının hakkında asla kötü konuşmaz.

kötü
unrighteous
kötü
sinister
kötü
maleficent
kötü
ill

Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas. - Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.

He resigned on the grounds of ill health. - O kötü sağlık gerekçesiyle istifa etti.

kötü
sinful
kötü
iniquitous
kötü
hopeless
kötü
amiss
kötü
malignant

Tom is a malignant narcissist. - Tom kötü huylu bir narsisist.

kötü
hateful
kötü
poisonous

Thousands of people lost their lives in the Bhopal Gas Tragedy, and even today hundreds of thousands of people still suffer from the ill-effects of the poisonous gas. - Binlerce insan Bhopal Gaz Trajedisi'nde hayatlarını kaybetti ve bugün bile yüzlerce, hatta binlerce insan hâlâ zehirli gazın kötü etkilerinden muzdariptir.

kötü
unwholesome
kötü
seamy
kötü
rotten

One rotten apple spoils the barrel. - Bir kötünün bin iyiye zararı var.

kötü
deep
kötü
foul

That foul odor is coming from the river. - O kötü koku nehirden geliyor.

There was a strange, foul-smelling brown liquid in the waste basket. - Çöp sepetinde garip, kötü kokulu kahverengi bir sıvı vardı.

kötülük eden
evildoer

He is an evildoer, are you aware of that? - O bir kötülük eden bir kimse, bunun farkında mısın?

kötü
{s} purple
büyük kötülük
big evil
kötü
be bad
kötü
the evil

The evil spirit was driven away from the house. - Kötü ruh evden kovuldu.

He held forth for more than an hour on the evils of nuclear power. - O, nükleer enerjini kötülükleri üzerine bir saatten daha fazla nutuk çekti.

kötü
poor to
kötü
bad to
kötü
the worse
birinden kötülük gelmek
be damaged by
birinden kötülük gelmek
get injured by
kötü
obnoxious
kötü
hellish
kötü
grotty
kötü
dread
kötü
offensive

Nigger is an offensive word. - Zenci kötü bir kelimedir.

kötü
fierce
kötü
miscreant
kötü
evil, wicked
kötü
bad, evil, nasty, foul
kötü
nefarious
kötü
chintzy
kötü
indifferent
kötü
mis

I made a bad mistake on the test. - Testte kötü bir hata yaptım.

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

kötü
worthless, poor in quality
kötü
black

Blackbeard was a notorious English pirate. - Karasakal kötü şöhretli bir İngiliz korsandı.

Some superstitious people in America believe that if a black cat crosses your path, you'll have bad luck. - Amerika'daki bazı batıl inançlı insanlar eğer bir kedi sizin yolunuzdan geçerse, kötü şansınız olacağına inanıyor.

kötü
off

He is badly off, because his book doesn't sell well. - O oldukça kötü, çünkü kitabı iyi satmıyor.

Tom had put off telling Mary the bad news for as long as possible. - Tom, Mary'ye kötü haberi söylemeyi mümkün olduğu kadar uzun süre erteledi.

kötü
feeble
kötü
horrid
kötü
harmful
kötü
devilish
kötü
heinous
kötü
sardonic
kötü
currish
kötü
flyblown
kötü
{s} ugly

Tom and Mary had an ugly divorce. - Tom ve Mary kötü bir ayrılma yaşadı.

Your English doesn't sound ugly. - İngilizcen kötü görünmüyor.

kötü
shabby
kötü
iniqultous
kötü
ropy
kötü
{s} portentous
kötü
{s} vicious

Sami was a vicious malicious salesman. - Sami kötü niyetli bir satıcıydı.

kötü
{s} stinking

This fish is stinking. - Bu balık kötü kokuyor.

kötü
crook
kötü
rank
kötü
mark

At worst, I will get an average mark. - En kötü ihtimalle, ortalama bir puan alacağım.

kötü
disagreeable
kötü
ungodly
kötü
{i} abuse

The king abused his power. - Kral, gücünü kötüye kullandı.

Tom has a problem with drug abuse. - Tom'un ilacı kötü amaçla kullanma sorunu vardır.

kötü
{s} unhallowed
kötü
execrable
kötülük eden
malfeasance
Türkisch - Türkisch
Kötü olma durumu
Zarar verecek davranış veya söz: "Hiç çare yok, bu tüller yırtılacak ve bütün korkunçluğuyla kötülük ateşi çıkarılacaktır ortaya."- Ç. Altan
Kemlik, şer
Zarar verecek davranış veya söz
(Hukuk) HABASET
seyyie
kemlik
(Osmanlı Dönemi) SU'
kötü
Zararlı, tehlikeli
kötü
Korku, endişe veren: "Yabancının bu kötü kasdına yalnız azmimizle karşı koyduk."- R. E. Ünaydın
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan. İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan. İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse). İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan (nesne), fena, iyi karşıtı
kötü
Hoşa gitmeyen
kötü
Kaba ve kırıcı: "Kızına söylemedik kötü lakırtı bırakmamış."- M. Ş. Esendal
kötü
Aşırı, çok
Kötü
(Hukuk) MALUS
Kötü
(Osmanlı Dönemi) FENA
Kötü
berbat
kötü
İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse)
kötü
Az, yetersiz
kötü
Kaba ve kırıcı
kötü
İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena, iyi karşıtı
kötü
Korku, endişe veren
kötü
Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan
kötü
İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan
kötü
İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde
kötülük
Favoriten