Definition von bound im Englisch Türkisch wörterbuch
- {f} zıplaya zıplaya gitmek
- zıplamak
- sıçramak
- bağlı
Onlar ortak çıkarları tarafından birbirine bağlıdır.
- They are bound together by common interests.
Onun eli kolu bağlıydı.
- He was bound hand and foot.
- {i} fırlama
- {i} sınır
Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
- The Rhine is the boundary between France and Germany.
- {f} sınırlamak
- {i} sıçrama
- hoplamak
- atlayış
- kalgımak
- ciltlenmiş
- hoplama
- had
- sıçrayış
- bağlanmak
- sınır koymak
- düşkün
- {i} sekme
- sekmek
- azimli
- gidici
- yükümlü
- kesin
Öylesine bir plan kesin başarısız olacaktır.
- Such a plan is bound to fail.
Onun hatanı farketmesi kesin.
- He's bound to notice your mistake.
- kafasına takmış
- (for ile) gitmeye hazır
- {f} bağlan
Hırsızın eli ve ayağı bağlandı.
- The thief was bound hand and foot.
Rehineler bağlandı ve ağızları kapatıldı.
- The hostages were bound and gagged.
- zıplama
- gitmek üzere olan
- kesin kararlı
- ciltli
- niyetli
- sınırlarını belirlemek
- giden
Los Angeles'a giden bir uçağa bindi.
- He boarded a plane bound for Los Angeles.
Kanazawa'ya giden bir trene bindi.
- He got on a train bound for Kanazawa.
- gitmeye niyetli
- bağlanmış
- mecbur
Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- f., bak. bind
- bind bağla
- {i} avut
- {s} zorunlu
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
Tom unutmaya zorunlu.
- Tom is bound to forget.
- yaylan/zıpla/sınırla
- sıçratmak
- {s} yola çıkmış
- {s} for -e giden
- sektirmek
- bağımlı
- {f} kuşatmak
- sınırlarını belirle
- {f} sekmek, sıçramak, zıplamak, fırlamak
- {s} nedeniyle
- sıçrayarak gitmek
- {f} bağlan: adj.kesin
- kesin/bağlı/eğilimli
- zıplatmak
- {s} bağlı, kayıtlı
- {f} sekip geri gelmek
- {s} engellenen
- {f} sınırlarını çizmek
- {i} sıçrayış, zıplama; geri tepme
- (Askeri) Sıçrama mesafesi, ateş sıçraması
- (Askeri) SIÇRAMA: Kara harbinde genellikle düşman ateşi altında askerler tarafından örtüden örtüye yapılan münferit hareket
- sıçrayış/zıplama/sınır
- {f} sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- {i} yasak bölge
- {f} kısıtlamak
- {s} gitmek üzere
Bindiğimiz uçak San Fransisko'ya gitmek üzereydi.
- The plane we boarded was bound for San Francisco.
- limit
- bağlı kalma
- seken
- bind
- bağlamak
- bind
- ciltlemek
Onların işi kitapları ciltlemek.
- Their job is to bind books.
- bound to
- (Fiili Deyim ) zorunda , yükümlü
- bound column
- (Bilgisayar) ilişkili sütun
- bound electron
- (Bilgisayar,Teknik) bağlı elektron
- bound for
- -e giden
- bound form
- (Dilbilim) bağımlı biçim
- bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bound hand and foot
- (deyim) çaresiz
- bound hand and foot
- (deyim) eli kolu bağlı
- bound html
- (Bilgisayar) html ilişkisini kur
- bound hyperlink
- (Bilgisayar) köprü ilişkisini kur
- bound in honour
- (Kanun) namus borcu saymakta
- bound long wave
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound long waves
- (Askeri) uzun periyotlu dalga grubu
- bound moisture
- (Gıda) bağlı nem
- bound morpheme
- (Dilbilim) bağımlı biçimbirim
- bound object frame
- (Bilgisayar) ilişkili nesne çerçevesi
- bound span
- (Bilgisayar) bağımlı yayılma
- bound tariff rates
- (Politika, Siyaset) zorunlu tarife oranları
- bound to unknown type
- (Bilgisayar) bilinmeyen türe bağlama
- bound variable
- (Matematik) bağımlı değişken
- bound variable
- bağlı değişken
- bound vector
- bağlı vektör
- bound vector
- (Matematik) bağımlı vektör
- bound water
- (Gıda,İnşaat) bağlı su
- bound waves
- (Askeri) dalga grubu
- bound for
- -e gitmek üzere
- bound set
- sınır ayrımı
- bound to
- zorunlu
O maçı kazanmaya zorunlu.
- He is bound to win the match.
Er ya da geç onun olacağı zorunluydu.
- It was bound to happen sooner or later.
- bound to
- kesinlikle
Tom kesinlikle yarışı kaybedecek.
- Tom is bound to lose the race.
Daha çok çalışmazsan, kesinlikle başarısız olursun.
- You are bound to fail unless you study harder.
- bound to
- garanti
- bound to
- mutlâka
İyi bir antrenörle, yüzücü mutlaka kazanır.
- With a good trainer, the swimmer is bound to win.
- bound up in
- çok ilgili
- bound up in
- -le meşgul
- bound up with
- -e bağlı
- bound up with
- -le ilgili
- bound 2
- 2 bağlı
- bound to happen
- ne bağlı
- bound up
- bağlı olmak
- bound up
- ilgili olmak
His life was bound up with the town's history.
- bound volume
- bağlı hacim
- bound barrel
- (Askeri) eğrilmiş namlu
- bound barrel
- (Askeri) EĞRİLMİŞ NAMLU: Kundak parçalarına temas şekli, namlunun atıştan ileri gelen genişleme sonucu, bunlara yapışıp eğrilmesine, dolayısıyla atış isabetsizliğine sebep olan namlu
- bound by an oath
- yeminli
- bound by contract
- sözleşmeye bağlanmış
- bound electron
- bagli elektron
- bound sulphur
- (Havacılık) bileşik kükürt
- bound up with
- ilgili olmak
- bound up with
- bağlı olmak
- bound vortex
- (Havacılık) birleşik girdap
- bind
- {f} bağlamak; sarmak. 2 kenarını tutturmak
- bind
- sargılamak
- boundless
- engin
- be bound
- e mecbur, ... ile yükümlü
- be bound to something
- Bir şeye bağlılığı/sadâkati olmak
- bind
- fazla sıkmak
- bind
- sıkışmak
- bind
- bandajlamak
- bind
- kenarını tutturmak
- bind
- mecbur etmek
- bind
- zorunlu bırakmak
- bounded
- sınırlandırılmış
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- bounded
- sınırlı
- bounding
- (Otomotiv) sıçrama
- bounding
- (Otomotiv) zıplama
- bounding
- bağlayıcı
- boundlessness
- sonsuzluk
- boundlessness
- sınırsızlık
- bounds
- sınırlar
Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
Polis, Dan'in kendini savunma sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
- The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
- greatest lower bound
- (Matematik) en büyük alt sınır
- lower bound
- (Matematik) altsınır
- product bound
- (Ticaret) ürüne bağlı
- single bound
- tek bağ
- to be bound
- (Ticaret) bağlı olmak
- upper bound
- üst sınır
- upper bound
- (Matematik) üstsınır
- be bound hand and foot
- eli kolu bağlı olmak
- bind
- biraraya getirmek
- bind
- yasal olarak bağlamak
- bind
- bağla
O yasal olarak bağlayıcı değil.
- It's not legally binding.
Bir kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracıları arasında yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.
- A tenancy agreement is a legally binding document between a landlord and their tenant.
- bind
- yasa gücü ile zorunlu kılmak
- bind
- birleştirmek
- bind
- tutmak
- bind
- yapıştırmak
- bind
- yarayı sarmak
- bind
- yapışmak
- branch and bound technique
- dal sınır yöntemi
- cement bound macadam
- çimento makadam
- cloth-bound
- bez ciltli
- cloth-bound
- bez kaplı
- compute bound
- hesaplama sınırlaması
- homeward bound
- evine dönen
- i/o bound
- giriş / çıkış sınırlı
- input bound
- girdi sınırlı
- input/output bound
- giriş / çıkış sınırlı
- least upper bound
- en küçük üst sınır
- lower bound
- alt sınır
- muscle-bound
- kasları çok gelişmiş
- output bound
- çıktı sınırlı
- process bound
- işlem sınırlı
- processor bound
- işlemci sınırlı
- rock-bound
- kayalarla kuşatılmış
- well bound
- yolunda giden
- bind
- bağlı nota işareti
- at a bound
- a bağlı
- be bound to
- -mesi kesin gibi/kesin olmak: "He's bound to win. - Kazanması kesin gibi."
- bed-bound
- Yatağa bağımlı yaşayan kimse
- bounded
- sınırlandır
Yakınsak bir sıra sınırlandırılmıştır.
- A convergent sequence is bounded.
- boundless
- sınırsız
- culture-bound
- kültür-bağlı
- earth bound
- toprak bağlı
- flight bound
- uçuş sahası
Yesterday a small explosion set off in a flight bound while a plane about to taken off.
- grid-bound
- şebekeye bağlanmış
- home-bound
- ev-bağlı
- homeward bound
- memleket yolunda
- leather-bound
- (Din) Deri kaplı
- membrane-bound
- (Biyoloji) Zarla çevrili, çevresi zar ile kaplanmış
An eukaryotic cell has a nucleus which is a membrane bound organalle.
- paper bound book
- Kağıt bağlı kitap
- paper bound copy
- Kağıt bağlı kopya
- peripheral bound
- çevresel donatı sinirlamali
- place bound
- yere bağlı
- re bound
- re bağlı
- snow bound
- kar bağlı
- spell bound
- büyülendi
- spiral bound
- spiral bağlı
- time bound
- zamana bağlı
- time bound
- zaman kısıtlamalı
- value-bound
- Değer bağımlı
The theory deserves to be defined as value-bound, if it treats the value judgements as part and parcel of its framework.
- work bound with another
- işe başka bir ile bağlı
- bind
- bind over veya downmali kefaletle bağl
- bind
- inkıbaz etmek
- bind
- bağla,v.bağla: n.bağ
- bind
- {f} usandırmak
- bind
- {f} donmak (beton)
- bind
- {f} tutturmak
- bind
- bağlamak yerine tespit etmek
- bind
- bağlayan şey
- bind
- {f} (bound)
- bind
- kenarını tutturmak ciltlemek
- bind
- (fiil) bağlamak; ciltlemek; tutturmak, tutmak; engel olmak; usandırmak; donmak (beton), sarmak, sargılamak
- bind
- menetmek
- bind
- {f} (dar bir giysi) rahatsız etmek, fazla sıkmak
- bind
- {f} sarmak
- bounded
- (sıfat) sınırlandırmış
- bounded
- {s} sınırlandırmış
- boundless
- {s} sonsuz
- boundlessly
- sınırsız bir şekilde
- boundlessly
- engin bir şekilde
- boundlessness
- (isim) enginlik