It's hard to understand the Osaka dialect.
- Osaka lehçesini anlamak zordur.
No cultural background is necessary to understand art.
- Hiçbir kültürel geçmiş, sanatı anlamak için gerekli değildir.
I have come to realize that China is developing quickly but the Chinese people live a relatively leisurely life.
- Çin'in hızla geliştiğini anlamak için geldim ancak Çin halkı nispeten acelesiz bir hayat yaşıyor.
Some day you will come to realize the importance of saving.
- Bir gün tasarrufun önemini anlamak için geleceksin.
It's hard to figure out what Tom wants.
- Tom'un ne istediğini anlamak zor.
It was hard to figure out what Tom was trying to say.
- Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.
It's hard to figure out who's telling the truth.
- Kimin gerçeği söylediğini anlamak zordur.
She had enough sense to understand what he really meant.
- Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
The reason which he gave is hard to understand.
- Söylediği gerekçeyi anlamak zor.
To understand it, you have only to read this book.
- Onu anlamak için, yalnızca bu kitabı okumak zorundasın.
You have only to read this article to see how serious the accident was.
- Kazanın ne kadar ciddi olduğunu anlamak için sadece bu makaleyi okumalısın.
Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood.
- Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.
I like to take things apart to see what makes them tick.
- Nasıl çalıştığını anlamak için ayrı şeyler almayı isterim.
I know it's hard to understand.
- Biliyorum, anlamak zor.
Knowing is not the same as understanding.
- Bilmek, anlamakla aynı değildir.
I went all the way to see her only to find her away from home.
- Bütün yolu sadece onun evden uzakta olduğunu anlamak için yürüdüm.
I find it difficult to understand what he is saying.
- Onun ne söylediğini anlamakta zorlanıyorum.
Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.
- Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
- Kadınların veya küçük çocukların size ne dediklerini anlamakta güçlük çekiyor musunuz?
Engineers try to take advantage of nature rather than try to understand it.
- Mühendisler, tabiatı anlamaktan ziyade, onu kullanmaya çalışırlar.
I like to take things apart to see what makes them tick.
- Nasıl çalıştığını anlamak için ayrı şeyler almayı isterim.
It took a long time to take in what she was saying.
- Onun ne söylediğini anlamak uzun bir zaman aldı.
Each chapter in the textbook is followed by about a dozen comprehension questions.
- Ders kitabında her bölüm yaklaşık bir düzine anlama soruları tarafından takip edilir.
For me, your speech is totally beyond comprehension.
- Benim için, senin konuşman tamamen anlamanın ötesindedir.
There is an urgent need for understanding how climate change will affect our lives.
- İklim değişikliğinin yaşamlarımızı nasıl etkileyeceğini anlamaya acil bir ihtiyaç var.
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
Tom called Mary and found out she wasn't planning on coming.
- Tom Mary'yi aradı ve onun gelmeyi planlamadığını anladı.
Tom just found out that he has to move to Boston.
- Tom Boston'a taşınmak zorunda olduğunu anladı.
Thanks for the insight.
- Anlama için teşekkürler.
We have to grasp this issue.
- Bu meseleyi anlamak zorundayız.
Some people find it easier to grasp the short-term effects of smoking.
- Bazı insanlar sigaranın kısa vadeli etkilerini anlamayı daha kolay buluyor.
Tom's pretty quick on the uptake.
- Tom anlamada oldukça hızlı.
Tom didn't find out he was adopted until he was thirteen.
- Tom on üç yaşına kadar evlat edinildiğini anlamadı.
I imagine that Tom will eventually find out that Mary has been talking behind his back.
- Sanırım Tom sonunda Mary'nin onun arkasından konuştuğunu anlayacak.
I could not make out what he meant.
- Onun ne demek istediğini anlayamadım.
I can't make out what you're saying.
- Söylediğini anlayamıyorum.
I know you think you understood what you thought I said, but I'm not sure you realized that what you heard is not what I meant.
- Ne söylediğimi sandığını anladığını düşündüğünü biliyorum fakat duyduğunun benim demek istediğimin olmadığını anladığından emin değilim.
Only a few people understood me.
- Sadece birkaç kişi beni anladı.
Can you make sense of what the writer is saying?
- Yazarın söylediklerine anlam verebiliyor musun?
Can you make sense of what he says?
- Onun ne söylediğini anlayabiliyor musun?
Tom says that he has no trouble understanding Mary's French.
- Tom Mary'yi Fransızca anlamakta zorlanmadığını söylüyor.
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
Tom got it wrong, didn't he?
- Tom onu yanlış anladı, değil mi?
I think I got it right.
- Sanırım onu doğru anladım.
He does not seem to be able to catch on to what she is saying.
- O onun ne söylediğini anlayabiliyor gibi görünmüyor.
I couldn't catch on to the joke he told us.
- Onun bize anlattığı şakayı anlayamadım.
I'm trying to figure out how you managed to do that without anyone finding out.
- Biri fark etmeden onu nasıl başardığını anlamaya çalışıyorum.
I doubt Tom can comprehend what we're talking about.
- Tom'un ne hakkında konuştuğumuzu anlayabileceğinden şüphe duyuyorum.
Tom didn't comprehend everything.
- Tom her şeyi anlamadı.
Tom couldn't figure out what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını anlayamadı.
Tom can't figure out how to fill out this application form.
- Tom başvuru formunu nasıl dolduracağını anlayamıyor.
I can understand your language.
- Dilinizi anlayabiliyorum.
No one understands me.
- Hiç kimse beni anlamıyor.
I'm trying to figure out how you managed to do that without anyone finding out.
- Biri fark etmeden onu nasıl başardığını anlamaya çalışıyorum.
You don't need much intelligence to understand that.
- Onu anlamak için çok zekaya ihtiyacın yok.
Tom tried to make sense of what just happened.
- Tom sadece ne olduğunu anlamaya çalıştı.
She had enough sense to understand what he really meant.
- Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
This composition is so badly written than I can not make out what he means.
- Bu kompozisyon o kadar kötü yazılmış ki ben onun ne anlama geldiğini çıkaramıyorum.