Parkta oynayamayacakları kadar rüzgar çok sert esti.
- The wind blew too hard for them to play in the park.
Elmas doğal olarak serttir.
- Diamond is essentially hard.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Yumurtamı katı kaynat lütfen.
- Boil my eggs hard, please.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
- The old man was hard of hearing.
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.
- They tried very hard to gain an advantage over one another.
Tom'a karşı sağlam delilimiz yok.
- We have no hard evidence against Tom.
Erkek kardeşim benim kadar çok çalışır.
- My brother studies as hard as I do.
Tüm erkekler çalışkandır.
- All the men are hardworking.
Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- Tom could hardly stand the pain.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
O çok çalışan bir öğrencidir.
- She is a student who studies very hard.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Lucy eve gitmek için ağlamaya başladığında, ancak varmıştık.
- We had hardly arrived when Lucy started crying to go home.
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
- The fog was so dense, we could hardly see anything.
Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.
- Many have long suffered oppression and hardship under colonialism.
Ben konsantre olmakta zorluk çekiyorum.
- I'm having a hard time concentrating.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- If he studied hard, he could pass the exam.
Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.
- If only I had studied harder for the exam.
O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı.
- He worked hard to support a large family.
Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.
- Many great men went through hardship during their youth.
Bu gece şiddetli yağmur yağıyor.
- It's raining hard tonight.
Dün şiddetli kar yağdı.
- It snowed hard yesterday.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
- Life is getting hard these days.
Biz çok çalışmak için zorlandık.
- We were forced to work hard.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.
- You are working too hard. Take it easy for a while.
Onun köpeği ağır duyar.
- His dog is hard of hearing.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
- He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... The hardest player to have played against was Roberto ...
... So step six is one of the hardest steps, and it's the ...