güzellik

listen to the pronunciation of güzellik
Türkisch - Englisch
beauty

She is a real beauty. - O gerçek bir güzellik.

She is a regular beauty. - O düzenli bir güzellik.

grace

Beauty without grace is like a rose without a scent. - Zarafeti olmayan güzellik kokusu olmayan bir gül gibidir.

glory
good looks
elegance
beautifulness
picturesqueness
fine
loveliness
fineness
fairness
goodness
pulchritude
niceness
comeliness
cosmetic

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

feminene charms
prettiness
gentleness, kindness
charms
handsomeness
beauty; goodness; gentleness, kindness; grace, elegance
grandeur
pleasantness
beauteousness
picturesque
virtu
beaut

That car is a real beauty. - O araba gerçek bir güzelliktir.

Danny has no sense of beauty. - Danny'n güzellik duygusu yoktur.

güzel
{s} good

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} lovely

Meg has a lovely face. - Meg'in güzel bir yüzü var.

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
pleasant

It was hard for me to act pleasantly to others. - Başkalarına güzel bir şekilde davranmak benim için çok zordu.

It was a pleasant day, but there were few people in the park. - Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı.

güzel
{s} beautiful

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

What a beautiful rainbow! - Ne güzel bir gökkuşağı!

güzel
pretty

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

güzel
nice

I hope it will be nice. - Havanın güzel olacağını umuyorum.

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzellik bakımı
beauty culture
güzellik merkezi
beauty salon
güzellik merkezi
beauty parlour
güzellik merkezleri
beauty shops
güzellik tedavisi
(Tıp) beauty treatment
güzellik uykusu
(deyim) forty winks
güzellik uzmanı
expert of beauty
güzellik yarışması
beauty competition
güzellik anlayışı
sense of beauty
güzellik beni
beauty spot
güzellik enstitüsü/salonu
beauty parlor, beauty salon, beauty shop
güzellik ilkesi
(Pisikoloji, Ruhbilim) beauty principle
güzellik ilmi
esthetics
güzellik ilmi
aesthetics [Brit.]
güzellik kraliçesi
beauty queen
güzellik maskesi
face-pack
güzellik merkezi
beauty center
güzellik müstahzarları
cosmetics
güzellik salonu
beauty parlor

She went to the beauty parlor. - O, güzellik salonuna gitti.

Could you suggest a good beauty parlor near here? - Buraya yakın iyi bir güzellik salonu önerebilir misin?

güzellik salonu
beauty shop

She runs a beauty shop. - O bir güzellik salonu çalıştırıyor.

My mother has gone to the beauty shop. - Annem güzellik salonuna gitti.

güzellik salonu
beauty salon

Mary went to the beauty salon. - Mary güzellik salonuna gitti.

She goes to the beauty salon at least once a week. - Haftada en az bir kez güzellik salonuna gider.

güzellik salonu
beauty center
güzellik salonu
beauty parlour, beauty shop
güzellik uykusu
beauty sleep
güzellik uzmanı
cosmetologist
güzellik ve bakım
beauty and care
güzellik yarışması
beauty contest
güzellik ürünü
beauty product
güzel
{s} fine

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

It's the smart thing to do. - Bu yapılacak güzel bir şey.

güzel
beauty

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

The beauty of the scenery is beyond description. - Manzaranın güzelliği kelimelerle anlatılamaz.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

güzel
beautifully

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
doğal güzellik
natural beauty
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
saf güzellik
pure beauty
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

Will it be fair in Tokyo tomorrow? - Yarın Tokyo'da hava güzel olacak mı?

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

güzel
grand

My grandfather goes for a walk on fine days. - Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

güzel
princely
güzel
stunning

Mary is stunningly beautiful. - Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.

She is stunningly good-looking. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldir.

güzel
attractive

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're prettier than her. - Sen ondan daha güzelsin.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
Zorla güzellik olmaz
No good can be achieved by force
asıl güzellik yürektedir
physical beauty is superficial
asıl güzellik yürektedir
beauty is only skin-deep
asıl güzellik yürektedir
true beauty lies within
aşırı güzellik
raw beauty
bakir güzellik
unspoiled beauty
doğal güzellik
scenic beauty
doğal güzellik
natural beauty, scenic beauty
dış güzellik
gloss
el değmemiş güzellik
unspoiled beauty
fiziksel güzellik
physical beauty
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

The cheesecake tasted too sweet. - Peynirli kekin tadı çok güzeldi.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
ideal güzellik
beau geste
ideal güzellik
beau ideal
makyajlı güzellik
painted beauty
nefes kesici güzellik
breathtaking beauty
otelinizin güzellik salonu var mı
Does the hotel have a beauty shop
zorla güzellik olmaz
(Atasözü) If you try to bring something about by force, the results will be unsatisfactory
Türkisch - Türkisch
Okşayıcı söz veya davranış, iyilik, yumuşaklık
Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün
Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün: "Güzellik de uçar gider, zenginlik de erir biter."- H. Taner
Ahlak ve fikrî nitelikleriyle hayranlık uyandıran şey
Güzel olan bir kimsenin niteliği
Güzel olan bir kimsenin niteliği: "Güzelliğin on para etmez / Bu bendeki aşk olmasa."- Âşık Veysel
behçet
talat
(Osmanlı Dönemi) MEHAT
(Osmanlı Dönemi) TAL'AT
hüsün
(Osmanlı Dönemi) CEZALET
(Osmanlı Dönemi) KASAM
(Osmanlı Dönemi) PERVİZ
an
hüsn
(Osmanlı Dönemi) MELE'
güzellik enstitüsü
Kadınların yüz ve vücut bakımlarının yapıldığı yer
güzellik kraliçesi
Yüz ve vücut güzelliği göz önünde bulundurularak yapılan yarışmalarda birinciliği kazanan kız
güzellik malzemesi
Makyaj malzemesi
güzellik müstahzarları
Makyaj malzemelerinin genel adı
güzellik salonu
Kuaför
güzellik yarışması
Yalnız yüz ve vücut güzelliğinin ölçü olarak kabul edildiği yarışma
güzel
Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde
güzel
Pek iyi, doğru
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BEHİYE
güzel
Görgü kurallarına uygun olan
güzel
Güzellik kraliçesi
güzel
Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran
güzel
Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı
Güzel
cemile
Güzel
cıcık
Güzel
gökçe
Güzel
cemil
Güzel
(Osmanlı Dönemi) CEMİL
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BÂHİR
güzel
Güzel kız veya kadın
güzel
Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran
güzel
İyi; hoş
güzel
Sakin, hoş (hava)
güzel
Sakin, hoş
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran. İyi, hoş: "Güzel şey canım, milletvekili olmak!"- Ç. Altan
iyilik güzellik
Sağlıklı olma durumu, iyilik sağlık
Englisch - Türkisch

Definition von güzellik im Englisch Türkisch wörterbuch

güzellik
İnner beauty
güzellik
Favoriten