That's totally unfair.
- O bütünüyle adil değil.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
What Tom says is quite true.
- Tom'un söylediği bütünüyle doğru.
A few things didn't quite meet Tom's expectations.
- Birkaç şey, Tom'un beklentilerini bütünüyle karşılamadı.
I completely approve of this.
- Ben bunu bütünüyle onaylıyorum.
I'm completely serious.
- Ben bütünüyle ciddiyim.
How could you leave a four-year-old child all alone?
- Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
It all seems so strange.
- O, bütünüyle tuhaf görünür.
I totally freaked out.
- Ben bütünüyle aşırı heyecanlanmıştım.
Tom totally freaked out.
- Tom bütünüyle kontrolünü kaybetmiş.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
Everyone in the class is here today.
- Bugün bütün sınıf burada.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
My grandmother told me about her whole life.
- Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
It is warm there all the year round.
- Orada hava bütün yıl boyu sıcak.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.