üstlük

listen to the pronunciation of üstlük
Türkçe - İngilizce
seniority
headscarf
overcoat
robe
header
{i} topping
top
üst
top

He lives at the top of the hill. - O, tepenin üst kısmında yaşıyor.

The wind blew harder yet when we reached the top of the hill. - Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.

üst
upper

My upper right wisdom tooth hurts. - Üst sağ yirmilik dişim ağrıyor.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üstüne üstlük
on the top of it
üstüne üstlük
on top of it
üstüne üstlük
to make matters worse
üst
{i} senior

English and mathematics are made much of in senior high schools. - İngilizce ve matematik üst düzey liselerde çok yapılır.

He holds a senior position in the government. - O, hükümette üst düzey bir konuma sahiptir.

üst
superior

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

The bedrooms are upstairs. - Yatak odaları üst kattadır.

She called down from upstairs to ask what the noise was about. - O, gürültünün ne hakkında olduğunu sormak için üst kattan seslendi.

üst
high

There are few high-ranking positions left open for you. - Sizin için açık bırakılmış birkaç üst düzey pozisyon var.

Tom and Mary bought a high-efficiency top-loading washer. - Tom ve Mary yüksek verimli üstten yüklemeli bir çamaşır makinesi aldı.

üst
change

When I asked him for change, he gave it to me. - Ondan para üstünü istediğimde, onu bana verdi.

You have forgotten your change. - Para üstünüzü unuttunuz.

üst
(Matematik) power

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

üst
upper part

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

üst
above

Health is above wealth, for this does not give us so much happiness as that. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira zenginlik bize sağlık kadar çok mutluluk vermiyor.

We saw the sun rise above the horizon. - Biz ufkun üstünde güneşin doğuşunu gördük.

üst
body

The guards performed a body cavity search. - Muhafızlar üst araması yaptı.

Sami threw a blanket over Layla's body. - Sami, Leyla'nın cesedinin üstüne bir battaniye attı.

üst
dress

That dress looks good on you. - O elbise senin üstünde iyi gözüküyor.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

üst
ultra
paltoya benzer bir tür üstlük
Coat top of a similar type
üst
on top

A house is built on top of a solid foundation of cement. - Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.

He put the skis on top of the car. - Kayakları arabanın üstüne koydu.

üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Türkçe - Türkçe
En üste giyilen uzunca giysi
Üst olma durumu
üstüne üstlük
Fazla olarak, artırarak
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us
üstlük