I don't want to see your faces.
- Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
His face is distorted by pain.
- Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
This is a three-star hotel; three hundred dollars a night.
- Burası üç yıldızlı bir oteldir; bir gece üç yüz dolardır.
The airplane flies at a speed of five hundred kilometers per hour.
- Uçak saatte beş yüz kilometre hızla uçar.
The truth is in front of her face.
- Gerçek onun yüzünün önünde.
Tom could hear a commotion in front of his house, so he went outside to see what was happening.
- Tom evinin önünde bir kargaşa duyabiliyordu, bu yüzden neler olduğunu görmek için dışarı çıktı.
Observe his facial reaction when we mention a price.
- Biz bir fiyattan bahsettiğimizde onun yüz tepkimesini gözlemle.
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
- On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
I figured Tom would mess up again.
- Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
- Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Are the Bush administration and al-Qaida the two sides of the same coin?
- Bush yönetimi ve El Kaide aynı madalyonun iki yüzü müdür?
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
Ten, twenty, thirty, forty, fifty, sixty, seventy, eighty, ninety, one hundred.
- On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.
One hundred, two hundred, three hundred, four hundred, five hundred, six hundred, seven hundred, eight hundred, nine hundred, one thousand.
- Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz, sekiz yüz, dokuz yüz, bin.
He swam across the river.
- O, nehir boyunca yüzdü.
Ann swam across the river.
- Ann nehrin karşı tarafına yüzdü.
When can I swim here?
- Ne zaman burada yüzebilirim?
I prefer swimming to skiing.
- Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
I haven't swum in the ocean since I left Florida.
- Florida'yı terkettiğimden beri okyanusta yüzmedim.
I haven't swum since last summer.
- Geçen yazdan beri yüzmedim.
Thousands of dead fish have been found floating in the lake.
- Gölde yüzen binlerce ölü balık bulundu.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
Tom plunged into the water and swam to the other side.
- Tom suya daldı ve diğer tarafa yüzdü.
Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody.
- Herkes bir aydır, ve hiç kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.
In swimming pools, water is continuously pumped through a filter.
- Yüzme havuzlarında, su sürekli olarak filtrelerden pompalanır.
When I was a child, I often went swimming in the sea.
- Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.
You ought to face the stark reality.
- Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
- Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
- Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
The boat was broken by the floating ice.
- Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık yüz yüze oturdular,çay içtiler.
They must remain face to face.
- Onlar yüz yüze kalmalıdır.
Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
- Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
Tom doesn't have to face it alone.
- Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
I want you to stop spoiling the kids.
- Çocuklara yüz verip şımartmaktan vazgeçmeni istiyorum.
Sami is facing the death penalty this time.
- Sami bu kez ölüm cezasıyla yüz yüze geliyor.
Tom agreed with me a hundred per cent.
- Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
Her facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
His facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
You're a disgrace to this family!
- Sen bu aile için bir yüz karasısın!
Tom is a disgrace to his family.
- Tom ailesi için bir yüz karasıdır.
Tim is the black sheep of the Jones' family.
- Tim, Jones'un ailesinin yüz karası.
Tom is the black sheep of his family.
- Tom, ailesinin yüz karasıdır.
It is a shameful fact that, while there are lands where people suffer from hunger, within Japan there are many households and restaurants where much food is thrown away.
- İnsanların açlık çektiği yerler varken, Japonya'da birçok yiyeceğin atıldığı bir sürü meskenlerin ve restoranların olması yüz kızartıcı bir gerçektir.
Tom is a centenarian.
- Tom yüz yaşını aşmış kimsedir.
I'm not a hundred percent sure.
- Yüzde yüz kesin emin değilim.
I support you one hundred percent.
- Seni yüzde yüz destekliyorum.