zaman%c4%b1nda

listen to the pronunciation of zaman%c4%b1nda
İngilizce - Türkçe

zaman%c4%b1nda teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

zaman geçirmek
spend time with
zaman makinesi
Time machine
Türkçe - Türkçe

zaman%c4%b1nda teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
ZAMAN AŞIMI
(Hukuk) Yıllanma; yasanın belirlediği koşullarda bir zamanın geçmesi ile bir hak kazanma veya bir yükten kurtulma yolu
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Dönem, devir
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman aşımı
Süre aşımı, müruruzaman
zaman belirteci
Zaman zarfı
zaman dizini
Tarihî olayların zaman bakımından sırası, kronoloji
zaman tüneli
Kesintisiz zaman dilimi
zaman zaman
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
İngilizce - İngilizce

zaman%c4%b1nda teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Türkçe - İngilizce

zaman%c4%b1nda teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

zaman
date

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

Mary and I dated a long time ago. - Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.

zaman
time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

her zaman
always

Mother always gets up early in the morning. - Anne her zaman sabahları erken kalkar.

You're always singing. - Her zaman şarkı söylüyorsun.

ne zaman
when

When did the error occur? - Hata ne zaman meydana geldi?

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

şimdiki zaman
present

There is no heaven or hell. We can only live in the present. - Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.

There's no time like the present. - Şimdiki zaman gibi zaman yok.

zaman
tense

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

zaman ayırabilmek
afford
zaman
moment

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

zaman
hour

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

It took me more than two hours to translate a few pages of English. - Birkaç sayfa İngilizce çevirmek iki saatten fazla zamanımı aldı.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
geol. era
zaman
day

It rained heavily all day, during which time I stayed indoors. - Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
bout
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
whilst
zaman
while

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

I often study while listening to music. - Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.

zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman zaman
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

I wonder when the rainy season will end. - Yağışlı sezonun ne zaman biteceğini merak ediyorum.

zaman
sands
zaman
when

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

I wish you would shut the door when you go out. - Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.

zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
duration
zaman
times

There are times when I find you really interesting. - Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.

He's behind the times in his methods. - O metotlarında zamanın gerisindedir.

zaman
space

Between space and time. - Uzay ve zaman arasında.

Mariner 10 was the first space probe to visit Mercury. It was also the first probe to visit two planets - Venus and Mercury. - Mariner 10, Merkür'ü ziyaret eden ilk uzay sondasıydı. Aynı zamanda, iki gezegeni -Venüs ve Merkür- ziyaret eden ilk sondaydı.

zaman
era
zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

The students' lunch period is from twelve to one. - Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.

zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
epoch
zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
age

Tom always makes it a rule never to ask a woman her age. - Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

zaman
occasion

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

Tom occasionally visited Mary at her parents' house. - Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman almak
take (time)
zaman almak
occupy
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
time-out
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
while away
zaman geçirmek
spend time
zaman geçirmek
kill time
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
Zaman geçtikçe
as time pass by
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman akışı
When the flow
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allocate time
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman eki
When the attachment
zaman harcama
waste time
zaman kaybetme
time loss
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman kaybetmek
lose time
zaman kazanma
to save time
zaman rölesi
(Elektrik, Elektronik) Time relay
zaman tüneli
time tunnel
zaman zaman
call me time to time

ara beni zaman zaman.

zaman zarfı
temporal adverb
zaman adamı
trimmer
zaman aşımına uğramak
(Hukuk) statute-barred (to be), time-barred by statute (to be)
zaman aşımına uğramış
outdated
zaman belirten
temporal
zaman bölmeli arayüz kontrolörü
(Askeri) time division interface controller
zaman bölmeli arayüz modülü
(Askeri) time division interface module
zaman bölmeli bellek modülü
(Askeri) time division memory module
zaman bölmeli matrik
(Askeri) time division matrix
zaman bölüşümü
time sharing
zaman bırakmak
to set aside time for, leave time for (something)
zaman dilimleme
time slicing
zaman etüdü
time study
zaman kavramı
time sense
zaman kaybını telâfi etmek
make up leeway
zaman kazandıran
timesaving
zaman kazanmak
to gain time, to buy time
zaman kazanmak
gain time

To gain time we took the plane. - Zaman kazanmak için uçağa bindik.

zaman kollamak
to be on the lookout for a suitable opportunity, bide one's time
zaman kısıtlaması
guillotine
zaman sabitesi
time constant
zaman safhalı kuvvet ve konuşlanma verisi
(Askeri) time-phased force and deployment data
zaman safhalı ulaşım istekleri listesi
(Askeri) time-phased transportation requirements list
zaman sana uymazsa sen zamana uy
(Atasözü) If the times don't conform to you, then you should conform to the times
zaman sınırlaması
time limit
zaman sınırı baskısı
deadline pressure
zaman vermek
to set aside time (for) (something)
zaman zaman
from time to time, occasionally
zaman zaman
from time to time

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

You should look after the children from time to time. - Zaman zaman çocuklara bakmalısın.

zaman zaman
on and off

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

zaman zaman
betweenwhiles
zaman zaman
in places
zaman zaman
betweentimes
zaman zaman
ever and anon
zaman zaman
now and again
zaman zaman
now and then

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

zaman çizelgesi
schedule
zaman öldürmek
dally
zaman öldürmek
idle about
zaman öldürmek
dally away
zaman öldürücü
kill time
zaman ölçeği
chronograph
geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval