His face is distorted by pain.
 - Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
I don't want to see your faces.
 - Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do.
 - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.
The airplane flies at a speed of five hundred kilometers per hour.
 - Uçak saatte beş yüz kilometre hızla uçar.
The truth is in front of her face.
 - Gerçek onun yüzünün önünde.
Tom could hear a commotion in front of his house, so he went outside to see what was happening.
 - Tom evinin önünde bir kargaşa duyabiliyordu, bu yüzden neler olduğunu görmek için dışarı çıktı.
I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril.
 - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.
His facial expression was more sour than a lemon.
 - Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
My brother got cheeky.
 - Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
 - Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
He has really soft facial features.
 - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
 - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
I figured Tom wasn't going to go, so I went.
 - Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.
I figured Tom would mess up again.
 - Tom'un tekrar yüzüne gözüne bulaştıracağını düşündüm.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
 - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
 - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Econony and quality are not opposites, but rather two sides of the same coin.
 - Ekonomi ve kalite karşıt değildir, aynı madalyonun iki yüzüdür.
Life and death are two sides of the same coin.
 - Yaşam ve ölüm aynı madalyonun iki yüzüdür.
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
 - Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
 - Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
One hundred, two hundred, three hundred, four hundred, five hundred, six hundred, seven hundred, eight hundred, nine hundred, one thousand.
 - Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz, sekiz yüz, dokuz yüz, bin.
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
 - Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
She swam across the river.
 - O, nehri yüzerek geçti.
Ann swam across the river.
 - Ann nehrin karşı tarafına yüzdü.
John is in the swimming club.
 - John yüzme kulübündedir.
To swim in the ocean is my greatest pleasure.
 - Okyanusta yüzmek benim en büyük zevkimdir.
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
 - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
I haven't swum since last summer.
 - Geçen yazdan beri yüzmedim.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
 - Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
 - Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
Tom plunged into the water and swam to the other side.
 - Tom suya daldı ve diğer tarafa yüzdü.
He put on his sweater wrong side out.
 - O kazağını ters yüz giydi.
When I was a child, I often went swimming in the sea.
 - Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.
I prefer swimming to skiing.
 - Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
They stood face to face.
 - Onlar yüz yüze durdu.
You ought to face the stark reality.
 - Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
The substance is light enough to float on the water.
 - Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.
The boat was broken by the floating ice.
 - Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
 - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I used to love swimming. It was my favorite sport in high school.
 - Ben yüzmeyi severdim. O, lisede favori sporumdu.
Two men met face to face.
 - İki adam yüz yüze görüştüler.
They must remain face to face.
 - Onlar yüz yüze kalmalıdır.
Tom doesn't have to face it alone.
 - Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
 - Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
I want you to stop spoiling the kids.
 - Çocuklara yüz verip şımartmaktan vazgeçmeni istiyorum.
Sami is facing the death penalty this time.
 - Sami bu kez ölüm cezasıyla yüz yüze geliyor.
Tom agreed with me a hundred per cent.
 - Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
Her facial expression was more sour than a lemon.
 - Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.
His facial expression was more sour than a lemon.
 - Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
You're a disgrace to this family!
 - Sen bu aile için bir yüz karasısın!
These slums are a disgrace to the city.
 - Bu gecekondular kent için bir yüz karasıdır.
There's a black sheep in every flock.
 - Her toplulukta bir yüz karası vardır.
Tom is the black sheep of his family.
 - Tom, ailesinin yüz karasıdır.
It is a shameful fact that, while there are lands where people suffer from hunger, within Japan there are many households and restaurants where much food is thrown away.
 - İnsanların açlık çektiği yerler varken, Japonya'da birçok yiyeceğin atıldığı bir sürü meskenlerin ve restoranların olması yüz kızartıcı bir gerçektir.
Tom is a centenarian.
 - Tom yüz yaşını aşmış kimsedir.
I support you one hundred percent.
 - Seni yüzde yüz destekliyorum.
Tom is one hundred percent wrong.
 - Tom yüzde yüz hatalı.