Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
You have to allow for the boy's age.
- Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.
I stood aside to let them pass.
- Onların geçmesine izin vermek için kenarda durdum.
I opened the window to let in some fresh air.
- Biraz temiz havanın girmesine izin vermek için pencereyi açtım.
I have to let you go.
- Gitmene izin vermek zorundayım.
You have to let me talk to him.
- Onunla konuşmama izin vermek zorundasın.
You are not allowed to violate the rules.
- Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
Talking in the library is not allowed.
- Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.
Laws are like cobwebs, which may catch small flies, but let wasps and hornets break through.
- Yasalar örümcek ağı gibidir, küçük sinekleri yakalayabilirler fakat yaban arısı ve eşek arılarının geçmesine izin verirler.
Mary does not let her sister borrow her clothes.
- Mary, kız kardeşinin elbiselerini ödünç almasına izin vermez.
It was not permitted that the inhabitants trespass in the area.
- Burada oturanların bu alandan geçmelerine izin verilmedi.
Put out your cigarette. Smoking's not permitted here.
- Sigaranı söndür. Burada sigara içmeye izin verilmez.
I will come, weather permitting.
- Hava izin verirse, gelirim.
Talking in the library is not allowed.
- Kütüphanede konuşmaya izin verilmiyor.
No ambiguities are allowed in a contract.
- Bir sözleşmede belirsizliklere izin verilmez.
If I'd known that it would come to this, I would have never consented.
- İşin buraya geleceğini bilseydim, izin vermezdim.
His mother will not consent to his going there alone.
- Annesi onun oraya yalnız gitmesine izin vermeyecek.
They were not permitted to cross into Canada.
- Onların Kanada'ya geçmeleri için izin verilmedi.
It was not permitted that the inhabitants trespass in the area.
- Burada oturanların bu alandan geçmelerine izin verilmedi.