Football is an old game.
- Futbol eski bir oyundur.
Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
- Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
The playground is divided into three areas by white lines.
- Oyun alanı, beyaz çizgiler tarafından üçe bölünmüş.
The baby is playing with some toys.
- Bebek bazı oyuncaklar ile oynuyor.
Would you like to see a live performance of a play with me Saturday?
- Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?
The audience acclaimed the actors for their performance.
- Seyirci, performansları için oyuncuları alkışladı.
Her acting is on the level of a professional.
- Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.
She is said to have been an actress about twenty years ago.
- Onun yaklaşık yirmi yıldır bir oyuncu olduğu söyleniyor.
I believe it's all a hoax.
- Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.
It is no use trying to play a trick on me.
- Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.
I trained the dog to do tricks.
- Oyun yapması için köpeği eğittim.
Her acting is on the level of a professional.
- Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.
Tom got an acting job in Hollywood.
- Tom Hollywood'ta bir oyunculuk işi aldı.
I am playing a browser game.
- Bilgisayar oyunu oynuyorum.
When I was playing video games in the living room, Mother asked me if I would go shopping with her.
- Oturma odasında video oyunları oynarken annem bana onunla birlikte alışverişe gidip gitmeyeceğimi sordu.
Climbing that mountain was a piece of cake.
- O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.
That toy is selling like hot cakes.
- O oyuncak çok satılıyor.
The toy seller was very friendly.
- Oyuncak satıcısı çok samimiydi.
Stop playing pranks on me!
- Bana oyun oynamayı kes!
I'll show you how this game is played.
- Bu oyunun nasıl oynandığını sana göstereceğim.
A friend of mine showed me all the dolls he had bought abroad.
- Arkadaşlarımdan biri yurt dışında aldığı bütün oyuncak bebekleri bana gösterdi.
He knows many folk dances.
- O birçok halk oyunu biliyor.
I enjoy playing doubles with Tom.
- Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.
Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
- Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.