I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
She helped him overcome his sadness.
- Üzüntüsünü yenmesi için ona yardım etti.
Joy was mingled with sorrow.
- Joy üzüntüden altüst olmuştu.
Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne mutluluk ne de üzüntü sonsuza kadar sürebilir.
She went nearly mad with grief after the child died.
- Çocuğu öldükten sonra, o üzüntüden neredeyse çıldırdı.
His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
He expressed regret over the affair.
- Olaydan duyduğu üzüntüyü ifade etti.
She showed her regret over the serious mistake.
- O ciddi bir hata üzerinde üzüntüsünü gösterdi
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
She looked sadly at me.
- O, bana üzüntülü şekilde baktı.