çalıştırma

listen to the pronunciation of çalıştırma
Türkisch - Englisch
actuation
training (someone)
operation
operating, running; employment; training; start-up
operating

Operating a dance club after midnight is illegal according to Japanese law. - Gece yarısından sonra bir dans kulübü çalıştırmak Japon hukukuna göre yasal değildir.

employment
operating, running (a machine)
employing, employment
operational
working (someone); causing or allowing (someone) to work
training

No special training is needed to operate this machine. - Bu makineyi çalıştırmak için özel bir eğitim gerekli değil.

starting
{i} functioning
(Bilgisayar) execute
propulsion
employing
connected
connecting
working

We have to keep the machines working. - Makineleri çalıştırmaya devam etmeliyiz.

(Mekanik) actuator
recruiting
exploitation
manipulation
startup
driving
(Nükleer Bilimler) operate

The lawn mower needs gas to operate. - Çim biçme makinesini çalıştırmak için benzin gerekiyor.

The appliance is wonderfully simple to operate. - Cihazı çalıştırmak mükemmelce basittir.

(Nükleer Bilimler) run

I've already wasted a couple of afternoons trying to get this car running. - Bu arabayı çalıştırmaya çalışırken zaten birkaç öğleden sonrayı boşa harcadım.

I'd like for you to help me get my car running. - Arabayı çalıştırmama yardım etmeni istiyorum.

çalıştırmak
activate
çalıştırmak
{f} actuate
çalıştırmak
employ

How many maids does that lady want to employ? - Bu hanımefendi kaç hizmetçi çalıştırmak istiyor?

A small company employs 50 people. - Küçük bir şirket 50 kişi çalıştırmaktadır.

çalıştırmak
operate

That was all he needed to operate his computer. - Bilgisayarını çalıştırmak için gerekli olanın tümü oydu.

This is a touchscreen, so you can use your fingers to operate the controls which are displayed on it. - Bu bir dokunmatik ekran, onun üzerinde görüntülenen kontrolleri çalıştırmak için parmaklarını kullanabilirsin.

çalıştırma kolu
starting handle, crank handle
çalıştırma levyesi
operating lever
çalıştırma mahalli
(Askeri) operating location
çalış
{f} working

Administrator and moderators are working for the best language tool, Tatoeba Project. - Yönetici ve moderatörler en iyi dil aracı Tatoeba Project için çalışıyorlar.

While working, he had an accident. - O çalışırken bir kaza yaptı.

çalış
{f} studied

If she studied hard, she could pass the test. - Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.

If only I had studied harder for the exam. - Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.

çalış
{f} functioning

The liver is no longer functioning. - Karaciğer artık çalışmıyor.

The machine has stopped functioning. - Makine çalışmayı durdurdu.

çalıştırmak
make smth. work
cebri çalıştırma
(Ticaret) forced labour
tepkili çalıştırma
jet propulsion
yerde çalıştırma
(Askeri) ground start
zorla çalıştırma
forced labor
çalış
(Sanat) touch

I'll try to get in touch with Tom. - Tom'la temas kurmaya çalışacağım.

I tried to get in touch with the police. - Polisle bağlantı kurmaya çalıştım.

çalış
(Muzik) execution
çalıştırmak
run
çalıştırmak
start

I need to jump start my car. - Arabamı çalıştırmak için atlamam gerekiyor.

Press this button to start the machine. - Makineyi çalıştırmak için bu butona basın.

çalıştırmak
engage
çalıştırmak
train

No special training is needed to operate this machine. - Bu makineyi çalıştırmak için özel bir eğitim gerekli değil.

çalıştırmak
(Bilgisayar) launch
çalıştırmak
groom
çalıştırmak
manipulate
çalıştırmak
fuel
çalıştırmak
(deyim) exercise in
çalış
{f} labor

Jim was afraid of physical labor. - Jim bedensel çalışmadan korkuyordu.

They labored in the factories. - Onlar fabrikalarda çalıştılar.

çalış
{f} wrought
çalış
{f} worked

I worked hard to succeed. - Başarmak için sıkı çalıştım.

I worked for a full 24 hours without getting any sleep. - Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.

çalış
{f} studying

But then he fell in love with Jane Wilde, a student studying languages in London. - Ama sonra o Londra'da dilleri çalışan bir öğrenci olan Jane Wilde'a aşık oldu.

I'm studying the American drama. - Amerikan dramasını çalışıyorum.

çalış
{f} attempt

He attempted to swim across the river. - Nehri yüzerek geçmeye çalıştı.

They're attempting to contact her. - Onunla iletişim kurmaya çalışıyorlar.

çalış
{f} study

But then he fell in love with Jane Wilde, a student studying languages in London. - Ama sonra o Londra'da dilleri çalışan bir öğrenci olan Jane Wilde'a aşık oldu.

I like studying history. - Tarih çalışmayı severim.

çalış
{f} work

Could you explain how the dishwasher works? - Bulaşık makinasının nasıl çalıştığını anlatabilir misin?

While working, she had an accident. - O çalışırken bir kaza yaptı.

çalış
{f} run

None of the computers can continue to run with a burnt card. - Bilgisayarların hiçbiri yanmış bir kartla çalışmaya devam edemez.

How many times does the bus run each day? - Otobüs her gün kaç kez çalışır?

çalış
{f} labour
çalıştırmak
work

I'll figure out a way to make it work. - Ben onu çalıştırmak için bir yolunu bulacağım.

I want to make you work harder. - Seni daha çok çalıştırmak istiyorum.

çalıştırmak
start up
çalıştırmak
set to work
Otomatik Muhabere-Elektronik Çalıştırma Talimatı
(Askeri) Automated Communications-Electronics Operating Instructions
ağır çalıştırma
punishment
deneme için çalıştırma
test run
elektrikli çalıştırma
electrical switching
iterek çalıştırma
bump start
jet ile çalıştırma
jet propulsion
karın tokluğuna çalıştırma
sweating
koşut çalıştırma
parallel operation
mahkum çalıştırma memuru
(Askeri) employment officer
mahkum çalıştırma subayı
(Askeri) employment officer
marşa basıp çalıştırma
kickdown
müşterek muhabere-elektronik aletleri çalıştırma talimatları
(Askeri) joint communications-electronics operating instructions
pilot çalıştırma
pilot running
pompayı çalıştırma
pump priming
profesyonelleri çalıştırma
professionalism
seri çalıştırma
serial operation
çalış
labored

They labored over the budget for the fiscal year 1997. - Onlar 1997 mali yılı için bütçe üzerinde çalıştılar.

They labored in the factories. - Onlar fabrikalarda çalıştılar.

çalıştırmak
power

Every recycled aluminium can saves enough energy to power a TV for three hours. - Her geri dönüşümlü alüminyum bir TV'yi üç saat çalıştırmak için gerekli enerjiyi kazandırabilir.

çalıştırmak
make things hum
çalıştırmak
to work (someone); to cause or allow (someone) to work
çalıştırmak
put on
çalıştırmak
drive
çalıştırmak
task
çalıştırmak
switch on
çalıştırmak
to train (someone)
çalıştırmak
exercise
çalıştırmak
to operate, to run; to activate, to actuate; (araba, motor) to start; to employ; to train, to coach
çalıştırmak
have smb. on the payroll
çalıştırmak
drill
çalıştırmak
to operate, run (a machine)
çalıştırmak
recruit
çalıştırmak
coach

I wanted to hire a coach. - Ben bir koç çalıştırmak istiyorum.

çok çalıştırma sistemi
sweating system
İstihbarat Dairesi (USCS); çalıştırma talimatı
(Askeri) Office of Intelligence (USCS); operating instruction
Türkisch - Türkisch
Çalıştırmak işi veya biçimi
çalış
Çalma işi veya biçimi: "Her muganninin okuyuşu, her çalanın çalışı yine şahsidir ve ayrıdır."- Y. K. Beyatlı
çalış
Çalma işi veya biçimi
çalıştırmak
Çalışmasını sağlamak
çalıştırmak
Çalışma işini yaptırmak