dikilmek

listen to the pronunciation of dikilmek
Türkçe - İngilizce
stand
set up
sewn
to be erected
be fixed on
erect
planted
become erect
be erected
to be sewn
erected
to be planted; to be erected, to be set up; to be sewn; to stand; to become erect; (gözler) to be fixed on
stick up
to be sewn; to be stitched; to be made (by sewing); to be stitched up
stand on
be sewn
stand upon
stand up
be planted
to be set up
be set up
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

dik
steep

The climb will be steep and difficult. - Tırmanış dik ve zor olacak.

He stared at the steep slope. - O, dik yamaca bakakaldı.

dik
{s} vertical

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

Tango is the vertical expression of a horizontal desire. - Tango, yatay arzuların dikey anlatımıdır.

dik
erect

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

The Berlin wall was erected in 1961. - Berlin duvarı 1961'de dikildi.

dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
{f} pot

Watch out! There's a pothole in the road. - Dikkat et! Yolda çukur var.

Tom gave Mary a potted plant. - Tom Mary'ye saksıya dikilmiş bir bitki verdi.

dik
sew

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

I'm learning to sew so that I can make myself a dress. - Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.

dik
{f} sewing

She is sewing a dress. - O bir elbise dikiyor.

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

He sewed a dress for me. - O benim için bir elbise dikti.

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

dik
transplant

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

The doctor gave her four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dikilme
implantation
dik
intent

Tom is listening intently. - Tom dikkatle dinliyor.

Tom listened intently. - Tom dikkatle dinledi.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

The gardener planted a rose tree in the middle of the garden. - Bahçıvan bahçenin ortasına bir gül ağacı dikti.

Tom planted three apple trees in his yard. - Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.

başına dikilmek
to stand over sb; to breathe down sb's neck
burnu üzerine dikilmek
nose over
dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

It is hard for an empty sack to stand straight. - Boş bir çuvalın dik durması zordur.

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

Some important geometric shapes are the triangle, the square, the rectangle, the circle, the parallelogram and the trapezium. - Bazı önemli geometrik şekiller üçgen, kare, dikdörtgen, daire, paralelkenar ve ikizkenar yamuktur.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
karşısına dikilmek
1. to stand facing (someone). 2. to oppose
karşısına dikilmek
plant oneself in front of smb
meydan okurcasına dikilmek
(Dilbilim) glower at
tepesine dikilmek
(suddenly to go up to someone and) to plant oneself right beside or squarely before (him/her)
zangoç gibi başına dikilmek
to stand over sb
zangoç gibi başına dikilmek/ gibi başında durmak
slang to stand over (someone), watch (someone) very closely, breathe down (someone's) neck
önüne dikilmek
to plant oneself squarely in front of (someone)
Türkçe - Türkçe
Sert ve dik bir duruma gelmek
Bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla sert ve dik bir duruma gelmek
Dikme (II) işi yapılmak: "Bebelere çedik, kadınlara, erlere çizme, çarık dikildi."- N. Araz
Dikme (I) işi yapılmak
Dikme işi yapılmak
Ayakta durmak
Belli bir noktaya uzun süre bakmak
Karşı koymak, engellemek
Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak: "Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum."- R. N. Güntekin
Dik duruma gelmek
Ayakta durmak: "Hissem neyse, ben de isterim diye karşıma dikilmez mi?"- H. Taner
(Osmanlı Dönemi) VEKB
DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikilme
Dikilmek işi
dikilmek