By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
She almost passed out.
- O neredeyse ölüyordu.
Tom swims practically every day.
- Tom neredeyse her gün yüzer.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
The trial was all but done.
- Deneme neredeyse yapılmıştı.
Tom has all but given up.
- Tom neredeyse vazgeçti.
The battle was virtually over.
- Savaş neredeyse bitti.
It's virtually impossible.
- Bu neredeyse imkansız.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
It's almost too good to be true.
- Bu neredeyse doğru olamayacak kadar çok iyi
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
It's almost half past eleven.
- Saat neredeyse yedi buçuktur.
I almost died a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce neredeyse ölüyordum.
She ignored him pretty much all day.
- Neredeyse bütün gün onu görmezden geldi.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
I've been up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
Tom almost never complains about anything.
- Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
- Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
Even today, his theory remains practically irrefutable.
- Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
I came near to being drowned.
- Neredeyse boğuluyordum.
By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
Tom actually hardly ever studies.
- Tom aslında neredeyse hiç çalışmıyor.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
There was scarcely any money left.
- Neredeyse hiç para kalmamıştı.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.