He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
The Sahara Desert is almost as large as Europe.
- Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
Tom practically accused me of being a traitor.
- Tom neredeyse beni bir vatan haini olmakla suçladı.
Practically every family has a TV.
- Neredeyse her ailede televizyon var.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
Tom has all but given up.
- Tom neredeyse vazgeçti.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
It's virtually impossible.
- Bu neredeyse imkansız.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
I can't understand why they're such good friends. They have hardly anything in common.
- Neden böyle iyi arkadaş olduklarını anlayamıyorum. Onların neredeyse hiç ortak yönleri yok.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
I almost died a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce neredeyse ölüyordum.
My dog is almost half the size of yours.
- Benim köpeğim neredeyse boyunuzun yarısı kadar.
She ignored him pretty much all day.
- Neredeyse bütün gün onu görmezden geldi.
I pretty much finished reading the novel.
- Romanı okumayı neredeyse bitirdim.
I could hardly get a wink of sleep last night.
- Dün gece neredeyse hiç uyuyamadım.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
I'm about ready to go.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
- Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
I hardly even know you.
- Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
I came near to being drowned.
- Neredeyse boğuluyordum.
He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
There was scarcely any money left.
- Neredeyse hiç para kalmamıştı.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.
I have hardly any money left.
- Neredeyse hiç param kalmadı.