He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
She went nearly mad with grief after the child died.
- Çocuğu öldükten sonra, o üzüntüden neredeyse çıldırdı.
The founder of Facebook, Mark Zuckerberg, is almost a casanova.
- Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg neredeyse bir kazanova.
I was almost crying for Kylie Minogue.
- Kylie Minogue için neredeyse ağlıyordum.
Practically every family has a TV.
- Neredeyse her ailede televizyon var.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
The party was all but over when I arrived.
- Ben vardığımda parti neredeyse bitmişti.
The trial was all but done.
- Deneme neredeyse yapılmıştı.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
The scientific truth of evolution is so overwhelmingly established, that it is virtually impossible to refute.
- Evrimin bilimsel gerçeği o kadar büyük bir çoğunlukla kuruldu ki onu çürütmek neredeyse imkansızdır.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
We're just about finished here.
- Burada işimiz neredeyse bitmek üzere.
It's almost too good to be true.
- Bu neredeyse doğru olamayacak kadar çok iyi
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
- Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
Tom has next to nothing in his wallet.
- Tom'un cüzdanında neredeyse bir şey yok.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
Tom was half beaten to death.
- Tom neredeyse ölümüne dövüldü.
It's almost half past eleven.
- Saat neredeyse yedi buçuktur.
We pretty much gave up hope.
- Biz neredeyse umudumuzu kaybettik.
I think I can speak French well enough to say pretty much anything I want to say.
- Sanırım söylemek istediğim bir şeyi neredeyse tamamen söylemek için yeterince iyi şekilde Fransızca konuşabilirim.
I could hardly get a wink of sleep last night.
- Dün gece neredeyse hiç uyuyamadım.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
- Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
Tom almost forgot about the meeting.
- Tom neredeyse toplantıyı unutuyordu.
I hardly even know you.
- Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
I barely even remember Tom.
- Neredeyse Tom'u hatırlamıyorum.
By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
Unfortunately I hardly speak any German.
- Ne yazık ki neredeyse hiç Almanca konuşamıyorum.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
There was scarcely any money left.
- Neredeyse hiç para kalmamıştı.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.
I have hardly any English books.
- Neredeyse hiç İngilizce kitabım yok.