büyüklük

listen to the pronunciation of büyüklük
Türkisch - Englisch
size

This house is about the same size as Peter's. - Bu ev, Peter'inki ile aynı büyüklüktedir.

We arranged the books according to size. - Kitapları büyüklüklerine göre düzenledik.

greatness

Neither gold nor greatness make us happy. - Ne altın ne de büyüklük bizi mutlu eder.

magnitude
grandness
enormity
substantiality
ampleness
generosity
greatness, enormity, magnitude; size; importance, gravity; seniority
grandeur
vastness
superiority

He has a superiority complex. - Onun bir büyüklük kompleksi var.

bigness, largeness
bigness
importance, gravity
hugeness
largeness
sovereignty
enormousness
supremacy
(Nükleer Bilimler) extent
vast
(Gıda) dimension
gravity
bulk
grand
(Pisikoloji, Ruhbilim) delusion of grandeur
amplitude
sizeableness
capaciousness
mightiness
muchness
capacious
büyük
large

My brother is as large as I. - Erkek kardeşim, ben kadar büyük.

The Sahara Desert is almost as large as Europe. - Sahra Çölü, neredeyse Avrupa kadar büyük.

büyük
grand

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

büyük
major

My house needs major repairs. - Evimin büyük onarımlara ihtiyacı var.

I think that it likely that there was a major fault in the lookout. - Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.

büyük
great

An integer is natural if and only if it is greater or equal to 0. - Eğer tamsayı sadece sıfırdan büyük veya eşit ise tamsayı doğaldır.

India was governed by Great Britain for many years. - Hindistan uzun yıllar boyunca Büyük Britanya tarafından yönetildi.

büyük
big

He broke his promise, which was a big mistake. - Büyük bir hataydı ki, o caydı.

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

büyüklük göstermek
to show generosity, act nobly
büyüklük göstermek
to be magnanimous
büyüklük hastalığı
megalomania
büyüklük kompleksi
delusions of grandeur
büyüklük sabuklaması
delusion of grandeur
büyüklük taslamak
patronize

You don't have to patronize me. - Bana büyüklük taslamak zorunda değilsin.

büyüklük taslamak
to put on airs, to become self-important
büyüklük taslamak
to put on airs
büyük
long

These days, the lion's share usually means the biggest share; but not so long ago, it meant all of it. - Bu günlerde, aslan payı genellikle en büyük pay anlamına gelmektedir; fakat çok geçmeden önce onun hepsi anlamına geliyordu.

It's been a long time since I visited my grandmother. - Büyükannemi ziyaret edeli uzun zaman oldu.

büyük
huge

The huge building seemed to touch the sky. - Büyük bina gökyüzüne dokunacak gibi görünüyordu.

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

büyük
wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

büyük
capital

Write your name in capitals. - Adını büyük harflerle yaz.

Write your name in capital letters. - Adınızı büyük harflerle yazın.

büyük
{s} exalted
büyük
{s} mighty
sonsuz büyüklük
infinity
büyük
high

A big title does not necessarily mean a high position. - Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.

His essay gave only a superficial analysis of the problem, so it was a real surprise to him when he got the highest grade in the class. - Onun denemesi, sorunun sadece yüzeysel bir analizini yaptı, bu yüzden sınıfta en yüksek notu aldığında ona gerçekten büyük bir sürpriz olmuştu.

büyük
{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

büyük
large scale

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

büyük
{s} older

He's three years older than I am. - O benden üç yaş daha büyük.

Care has made her look ten years older. - Bakım onun görünüşünü on yaş büyük yaptı.

büyük
expansive
büyük
voluminous
büyük
eldest

Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy. - En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.

Fatima is the eldest student in our class. - Fatma sınıfımızdaki en büyük öğrencidir.

büyük
bigger

Bigger is not always better. - Daha büyük her zaman daha iyi değildir.

Tom is bigger than me. - Tom benden daha büyük.

büyük
ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

büyük
ranch

There are about 500 cattle on the ranch. - Çiftlikte yaklaşık 500 büyükbaş hayvan var.

Tom rode a horse last week when he was at his grandfather's ranch. - Tom büyükbabasının çiftliğindeyken geçen hafta ata bindi.

büyük
oldest

My oldest brother is single. - En büyük ağabeyim bekardır.

She is not my mother but my oldest sister. - O benim annem değil fakat en büyük ablamdır.

büyük
hamper
büyük
{i} senior
büyük
outsize
büyük
colossal
büyük
singular
büyük
stupendous
büyük
towering
büyük
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

büyük
gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

büyük
profound
büyük
(Tıp) hypertrophic
büyük
burning
büyük
(Bilgisayar) more

My grandmother gave me more than I wanted. - Büyükannem bana istediğimden daha fazlasını verdi.

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

büyük
sumptuous
büyük
widely
büyük
legend
büyük
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

büyük
edifice
büyük
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

büyük
tremendous

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

büyük
ample
büyük
considerable

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

büyük
bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

büyük
redoubtable
büyük
{s} precious
büyük
massive

This is the most massive structure I have ever seen. - Bu şimdiye kadar gördüğüm en büyük yapıdır.

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 büyüklüğünde bir deprem Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye neden oldu.

büyük
dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

büyük
prize

To our surprise, he won the grand prize. - Bizim için sürpriz oldu, o büyük ödülü kazandı.

A prize was given in honor of the great scientist. - Büyük bilimci onuruna bir ödül verildi.

büyük
no end of
büyük
untold
büyük
grown-up
büyük
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

büyük
{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

Büyük
large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

Büyük
the older
büyük
the biggest
büyük
a great
büyük
great of
büyük
the greatest

Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband. - Bir kralın kızı olarak düşünülen ve büyük lüks içinde yetiştirilen Eleanor kocasıyla bu tersliği paylaşmaya karar verdi.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

büyük
greater

Maternal love is greater than anything else. - Anne sevgisi her şeyden daha büyüktür.

A fool always finds a greater fool to admire him. - Bir aptal her zaman kendisine hayran olacak daha büyük bir aptal bulur.

büyük
the great

I think Beethoven is the greatest composer who ever lived. - Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

büyük
the largest
büyük
a big
sonlu büyüklük
finite size
Büyük
(Tıp) magnus
aktif büyüklük
(Ticaret) size of assets
beklenen büyüklük
(Politika, Siyaset) expected scale
büyük
important; grand, chief, major
büyük
healthy

Tom's grandmother looks healthy. - Tom'un büyükannesi sağlıklı görünüyor.

His grandmother looks healthy. - Onun büyükannesi sağlıklı görünüyor.

büyük
great, grand, exalted
büyük
extended
büyük
macro
büyük
megalo
büyük
capacious
büyük
old; older, senior
büyük
Cyclopean
büyük
maxi

The largest muscle in the human body is the gluteus maximus. - İnsan vücudundaki en büyük kas gluteus maximus'tur.

büyük
magniloquent
büyük
one's senior, older person; person whose rank or qualities command respect
büyük
elder

How old is your elder son? - Büyük oğlun kaç yaşında?

My elder son is Lech Zaręba. - En büyük oğlum Lech Zaręba'dır.

büyük
big, large, great, grand, massive, colossal, tremendous; extensive; important, serious, chief; great, exalted; old, older, elder; oldest, eldest
büyük
big, large
büyük
no end
büyük
mega
büyük
keen
büyük
out

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

A big fire broke out after the earthquake. - Depremden sonra büyük bir yangın patlak verdi.

büyük
enormous

The new building is enormous. - Yeni bina çok büyüktür.

He lives in an enormous house. - O, çok büyük bir evde yaşar.

büyük
almighty
büyük
{s} stout
büyük
{s} smart

Tom's new smartphone is really big. It doesn't even look like a phone anymore. - Tom'un yeni akıllı telefonu gerçekten büyük. Artık bir telefona bile benzemiyor.

büyük
crying
büyük
hard

My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf. - Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.

He put up with the greatest hardship that no one could imagine. - O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.

büyük
walloping
büyük
bough

She bought him a camera that was too big to fit in his shirt pocket. - Ona, gömlek cebine sığmayacak kadar büyük bir kamera aldım.

You needn't have bought such a large house. - Böylesine büyük bir ev almana gerek yoktu.

büyük
majuscule
büyük
{s} sublime
büyük
extensive

The flood did the village extensive damage. - Sel köye büyük hasar verdi.

The earthquake in Hokkaido caused extensive damage. - Hokkaido'daki deprem büyük hasara sebep oldu.

büyük
star

Stars are big, because they're hot; when their fuel is exhausted, they collapse. - Yıldızlar büyüktür, çünkü onlar sıcaktır; onların yakıtı bittiğinde, onlar çökerler.

Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed. - Irkçı değilim, ama ile başlayan her cümle aslında büyük ihtimalle çok ırkçıdır.

büyük
{s} swingeing
büyük
bongo
büyük
goodly
en iyi büyüklük
(Denizbilim) optimum size
gerçek büyüklük
full scale
kompleks büyüklük
complex quantity
kritik büyüklük
(Fizik,Teknik) critical size
nisbi büyüklük
(Pisikoloji, Ruhbilim) relative size
nominal büyüklük
nominal size
optimum büyüklük
(Denizbilim) optimum size
ortalama büyüklük
average size
periyodik büyüklük
periodic quantity
skaler büyüklük
scalar quantity
yaşça büyüklük
seniority
Türkisch - Türkisch
Büyüklere yaraşır bağışlayıcı davranış
Büyük olma durumu, ululuk: "Bu büyüklük değil, ancak mertçe bir davranıştır."- N. Araz
Büyük olma durumu, ululuk
(Osmanlı Dönemi) TEBARÜK
(Osmanlı Dönemi) İZEM
ihtişam
(Osmanlı Dönemi) azamet
büyüklük hastalığı
Kendini olduğundan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalığı, megalomani
Büyük
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
Büyük
muhteşem
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
büyük
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
büyük
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
büyük
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
büyük
Çok, ortalamayı aşan
büyük
Üstün niteliği olan
büyük
Önemli
büyük
Niceliği çok olan
büyük
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
büyük
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
büyük
(Osmanlı Dönemi) azîme
büyük
(Osmanlı Dönemi) azıme
negatif büyüklük
Aynı türden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük
sonlu büyüklük
Ölçüsü sonlu bir sayıyla ifade edilen büyüklük
büyüklük
Favoriten